“Seçim Şansım Olsa: Daha Eski Daha Küçük Ve Daha Açık Bir Antalya’yı Tercih Ederim”
|“Burası Radyo Şarampol” kitabının yazarı Şükran Yiğit Antalya’da okurlarıyla buluştu.
Yıllar sonra Antalya’ya gelmenin, Antalyalılarla kitap üzerine konuşmanın hoş bir duygu olduğunu belirten Yiğit; “Bu benim çok ertelediğim bir buluşma oldu” dedi.
Seher Özen Karadeniz
Almanya’nın Frankfurt kentinde yaşamını sürdüren Yazar Şükran Yiğit, Antalya Lisesi Vakfı’nın davetlisi olarak Muratpaşa Belediyesi Türkan Şoray Kültür Merkezi’nde geçtiğimiz ay okurlarıyla bir araya geldi.
İçinden Antalya geçen, en önemli kahramanın radyo olduğu, 12 Eylül sonrası Şarampol’ünden Soğuk Savaş’ın yaşandığı Berlin Kreuzberg’e uzanan bir büyüme hikayesinin anlatıldığı “Burası Radyo Şarampol” romanının yazarı Şükran Yiğit, yıllar sonra Antalya’ya gelmenin, Antalyalılarla kitap üzerine konuşmanın hoş bir duygu olduğunu belirterek “Bu benim çok ertelediğim bir buluşma oldu” dedi.
YAZAR BAKİ SÜHA EDİBOĞLU’NUN ŞİİRİNİ FULLANTALYA’DAN İSTEDİ
Şükran Yiğit’in Pandemi döneminde yayımlanan kitabı “Burası Radyo Şarampol”den Fullantalya ekibi olarak daha yayımlanmadan haberdar olmuştuk. Yiğit, kitabının önsözünde yer vermek istediği, Baki Süha Ediboğlu’nun fullantalya’da yayınlanmış olan bir şiirini istemiş, biz de kendisine iletmiştik. Kitap yayımlananınca da adresimizi isteyip yayınevi kanalıyla da kitabı bize ulaştırmıştı. Hal böyle olunca Fullantalya ekibi olarak oradaydık. Bu vesileyle Yiğit’e, geçen yıl Atilla İlhan Roman Ödülü kazanan “Burası Radyo Şarampol” kitabı ve Antalya üzerine birkaç soru sorma şansımız da oldu.
Yiğit’e Antalya’nın en çok nesini özlediniz diye sorduk mesela; “En çok özlediğim yerlerden biri Mermerli. Ama çok değişti. Mermerliye girdiğim andaki duygumu hiçbir zaman unutmadım. Bu kadar güzel bir yer alabilir mi? En çok özlediğim yerlerden birisi Mermerli, sonra da Tophane. “
Uzun uzun Antalya’nın eski ve yeni halinin karşılaştırıldığı söyleşi de, hem yazar hem de katılımcılar bol bol nostalji yaptı.
İnsanların yaşadıkları yerleri bir şekilde hayatlarına aldıklarını düşündüğünü belirten Yiğit, romanın mekanı olarak Antalya’yı seçmesindeki en önemli etkenin, 1980 yılında Antalya’da gerçekten farklı bir hayatın olduğunu görmesinden kaynaklandığını ifade etti.
Romanda detaylı olarak yer alan Memurevleri semtinin Antalya’ya göçü toplayan bir semt olarak yeni yeni oluştuğu dönemler olması nedeniyle önemli olduğunu kaydeden Yiğit; “Bir kentin bir anlatı karakteri rolünü üstlenmesi de ayrıca ilgimi çeken bir edebi yapı olduğunu da söyleyebilirim. Benim romanlarımda karakterler direkt politik kimlikler olan karakterler değildir. Ancak 12 Eylül Darbesinin, politik kimliği olmasa dahi bir sürü insanın hayatını değiştirdiği gibi fikir vardır. “
Antalya’nın bazı noktalarının hala eskiyi koruduğunu, özellikle şehir merkezinin ancak koruma konusuna da salt bir nostalji duygusuyla da yaklaşılmaması gerektiğine dikkat çeken Yiğit; “Niye koruyamadık? Niye korunamadığını düşünmek ve tartışmak gerekiyor. İnsanların bulunduğu kentle farklı bir ilişki kurmalarını desteklemeli ve kenti sahiplenmelerini sağlamalıyız. Antalya sürekli yaşadığım bir şehir değildi. Ancak başka bir ülkeye gittiğim zaman örneğin Barselona’ya gittiğimde “Antalya’nın kaçırdığı tren” demiştim. Çünkü birçok şeyini çok fazla korumuştu. Antalya benim kaldığım dönemde çok güzel ve romantik bir şehirdi, o halini biliyorsanız eğer özlem duymamak mümkün değil. Ancak bu da şu demek değil, yeni, kötü hali demek değil. Seçim şansım olsa: Daha eski daha küçük ve daha açık bir Antalya’yı tercih ederim.”
“Bugün çok fazla fotoğrafla karşılaşıyoruz. Hiç olmazsa hepimiz günde en az 100 fotoğraf görüyoruz. Bunları hazır olarak görüyoruz. Diyelim ki kuzeyden Antalya’ya geliyorsunuz. Eğer bir arabayla gelirseniz. Yavaş yavaş onbeş saatte gelirsiniz. Siz Antalya’ya gidinceye kadar iklim değişecek, bitki örtüsü değişecek, insanları, konuşmaları değişecek, farklı şivelerle karşılaşacaksınız. Ama siz Antalya’ya geldiğinizde artık Antalya hakkında kendi fikriniz oluşacak çünkü bütün o aşamaları yaşadınız. Romanda benim anlatmak istediğim de böyle bir şey; hazır bir sürü izlenimle değil de yavaş ve kendi fikrinizi oluşturarak bir dünya yaratmak. Burası Radyo Şarampol birazcık da bu fikrin etrafında dolaşan bir roman.”
“Burası Radyo Şarampol”de; radyo dolayımında kişisel özgürlük fikri var.”
“Burası Radyo Şarampol”de bütün öykü 1980 yılının Eylül ayı ve yılbaşı arasında, üç ayda geçiyor. Bu dönem 12 Eylül dönemi, Türkiye’de toplumsal kırılmanın ve baskının olduğu bir dönem. Filiz 14 yaşında bir lise öğrencisi. 14 yaşında olmanın şöyle bir önemi var: Çocuk yaşta değilsiniz ama yetişkin olan bir yaşta da değilsiniz. O, ne yetişkin ne çocuk olunan o boşlukta dünyayı anlamaya anlamlandırmaya çalışıyor. Filiz’in gözünden, o dönemin imkanları içinde anlatılan bir hikaye. Bu hikayede radyonun şöyle bir önemi var. Filiz içe dönük meraklı ve başarılı bir çocuk, radyo ona özgürlük hissi veriyor. Elbette burada sözünü ettiğimiz resmi yayın yapan radyo değil, korsan radyo. Burası Radyo Şarampol, korsan radyonun verdiği özgürlük hissinin etrafında dolaşan bir roman. Romandaki bütün bu radyo dolayımında kişisel özgürlük fikri var. Hem toplumsal özgürlük hem de içsel özgürlük var. Dışarıdan hiç etkilenmeden, kendi kendimize bir fikir oluşturup, bu fikir etrafında kendi hayatınızı yönlendirmek üzerine aynı zamanda.”
Yiğit; Şarampol’ü nasıl bulduğunun sorulması üzerine; “1980’lerin başındaki Şarampol’le şu andaki Şarampol’ün ortaklıkları olmasına rağmen çok farklı iki yer. Kreuzberg, Berlin’in en ucundaki noktaydı. O dönemki Berlin’i düşünmemiz gerek belki, Berlin Şehri, Batı Almanya’ya ait bir şehir ama Doğu Almanya’nın ortasında dört tarafı duvarla çevrilmiş bir ada olarak duruyor. Kreuzberg de Batı Berlin’in duvara en yakın semti. Nasıl bir semt? Öncelikle işçi semti, özellikle Almanya’ya giden Türk işçileri barından bir semt olmasının yanı sıra çok farklı bir karakteri de var: O da şu; sadece etnik anlamda farklı kültürler değil; farklı sanat gruplarının, farklı futbol takımlarının da içinde bulunduğu bir yer. Semt farklı bir Almanya beklentisiyle giden insanları da şaşırtan bir yer. Şu andaki Kreuzberg de farklı, zamanla çok değişti ancak yıllardan beri gelen farklılığını hala koruyor.”
“Yazdıklarımın okuyucuya birebir geçmediğini, her okuyucunun kendi yolunca okuduğunun farkındayım.”
Söyleşide yazar Şükran Yiğit’ten hem kendisinin yazma hikayesini hem de Burası Radyo Şarampol’ün yazılma hikayesini dinledik.
Ankara Mon Amour, Bir Akdeniz Kedisinin Hatıraları, Çatı Katı Aşıkları, Burası Radyo Şarampol ve Bir Kış Yolculuğu kitaplarının yazarı Yiğit; yazmaya karar verdiğinde sürekli bir yazı yazma halinde olmadığını, çoğu zaman üç ay kapanıp yazdığını ardından da yazıya uzun bir ara verebildiğini söyledi.
Yazarlığı seçmediğini, en başında sadece bir roman yazmak istediğini onun da çocukluğunun geçtiği şehir olan Ankara üzerine yazdığı “Ankara, Mon Amour olduğunu söyleyen Yiğit; “Edebiyatla çok ilgiliydim. Ancak bütün kitaplarım arasından ‘Ankara, Mon Amour’ üzerine en uzun süre düşündüğüm kitaptı diyebilirim. Sonra arkası geldi. Yazmanın bir iletişim arzusu olduğunu düşünüyorum. Yazdığınız şeyle kendi dünyanızı bir başkasına açıyorsunuz. Bunun iki tarafı var. Yazmak kadar okumak da aktif bir şey. Ben yazarken okuyucunun da nasıl okuduğunu düşünüyorum. Bir şekilde yazıyorsam eğer bunun bin şekilde de okunduğunu düşünüyorum. Yazdıklarımın okuyucuya birebir geçmediğini, her okuyucunun kendi yolunca okuduğunun farkındayım.”
“Yazdığınız şeyin içinde ne kadar siz varsınız sorusuna gelince; romanda müziğin çok fazla yer alması benimle ilgili. Müziğe merak saldığım dönemlerde taşıyıcısı öncelikle radyolardı. Sonra plaklar girdi devreye. Müzik çok önemli benim için müzik de farklı bir dünyanın taşıyıcısı. Sadece estetik olarak değil; onun içeriği nedir, ne anlatıyor. Bunlar her zaman ilgimi çekti.”
ŞÜKRAN YİĞİT, GENÇLERE YAZI YAZMALARINI ÖNERDİ
Antalya Lisesi öğrencilerinin de katıldığı söyleşi de Yiğit gençlere; haftada birkaç gün, on beş dakika, kendisiyle olup, yazmaya zaman ayırmalarını önerdi.
Kitaplarının storytel’de de olduğunun hatırlatılması üzerine; kitap dinlemenin kitap okumanın yerini dolduramayacağını, kitap okumanın kendi dinamiği olduğunu belirterek, “Kitap okurken bazı cümleleri tekrar tekrar dönüp okuyorsunuz. Kitapta bir yer hoşuma gittiğinde kapatıp kalkar biraz dolaşırım. Storytel’de bunu yapamazsınız. Öte yandan herkesin okuma ya da dinleme alışkanlığı farklı, StoryTel kitap okumanın yerini doldurmaz ancak zaman zaman ben de dinliyorum. “
Son yirmi yıldır gençler için farklı bir edebiyat oluşturulduğunu da hatırlatan Yiğit; “Benim çocukluğumda elimize ne geçerse okuyorduk. O dönemde elime geçen kitaplardan biri de “Ana” romanıydı. Filiz’in de ilk ve tekrar tekrar okuduğu kitaplardan biri. Filiz’in kendi dünyası var. Annesi dokuma işçisi, Şarampol’de yaşıyor. Her gün Şarampol’den çıkıp Atatürk Caddesi üzerinden Antalya Lisesi’nde gidiyor. Tekrar aynı yoldan evine dönüyor. Aslında bütün hayatı boyunca yaşadığı şey bu. Ama “Ana” romanında benzer bir yerde farklı bir hayatın olduğunu görüyor. Farklı benzer bir dünyanın farkına varıyor. Öykülerin insanların hayatındaki yerini kavrıyor. Eğer siz kendinize benzeyen insanların varlığını hissederseniz hayata bakışınızı da değiştirebilir. Filiz’i de değiştiren kitaplardan birisi.”
*“Söyle bana çocuğum/Antalya’da saatler/Şimdi kaçı çalıyor?” – Baki Süha Ediboğlu
Burası Radyo Şarampol satın almak için