Bir Antalyalı: Kel Zeynel

“…23. Tümen bu kesimdeydi. 68. Alayı cephede savaşıyordu. Bu alayın bir takımında saka eri olan Antalyalı Kel Zeynel, ön hat siper­lerini geriye bağlayan sıçan yollarından iki büklüm geçerek takımının siperlerine geldi. Bunlar aceleyle kazılmış yarım siperlerdi. Çömeldi. Siperlerin hemen üzerinden makineli tüfek fişekleri vızıldayarak geç­mekteydi. Taze su getirmişti. Bağırdı:

“Su geldi!”

Sıcağın ve savaşın bunalttığı askerler sevindiler:

“Yaşa be Kel!”

Kel Zeynel takımın neşe kaynağıydı. Ast-üst ilişkisini iyi kav­rayamadığından komutanlarla da lafını sakınmaksızın konuşuyordu. Takılmak için kendisine “Yunanlıları yener miyiz, ne dersin?” diye so­ran Takım Komutanına yan yan bakmış, sonra da şöyle diyerek zaval­lı teğmeni şaka yaptığına pişman etmişti:

“Bunu sen bilemiyorsun da ben mi bileceğim? Öyleyse yazık se­nin yıldızına, tabancana, çizmene!”

İki büyük tulum yüklü eşeği ile durmadan gidiyor, geliyor, takı­mı susuz bırakmıyordu. Ölmekten değil, takımından birinin vurulup ölmesinden ödü kopuyordu. Pek yufka yürekliydi. İlk günü patır pa­tır yaralanıp düşenleri görünce ağlayarak, “Amanın ağalar..” diye yal­varmıştı, “..kurban olayım artık kendinizi koruyun, vurulup da beni üzmeyin.”

Bir Yunanlı vurulunca da dertleniyordu:

“Tüüüü gitti yine bir çocuk…”

3. TÜMEN’in iki alayı ilk hattaydı. Tümen Komutanı Yarbay Ömer Halis Bıyıktay, üçüncü alayı olan 68. Alay’ı dinlenmesi için cepheden yeni geri çekmişti. Daha iki saat bile olmamıştı.

Tümenin yazgısı buydu. Durmadan savaşıyor, bir yere gönderi­liyor, yürüyor, siper kazıp yerleşiyor, savaşıyor, fırsat bulursa yemek yiyor, sonra bir başka yere yetişmesi isteniyor, yeniden yürüyor, yeni­den siper kazıyor, yeniden savaşıyordu… Hep böyle geçmişti günler. Üç alayı da buna alışıktı. Bu yüzden askerler yürürken uyumayı öğ­renmişlerdi.

Alaya hemen toplanıp Haymana’ya hareket etmesini emretti. Askerler yeni yatmışlardı. Kalktılar. Saat 23.00’te yola çıktılar.

Kel Zeynel’in alayıydı bu. Takımının en sonunda, gözlerinden uyku akarak, elindeki kuru ekmeği kemire kemire, eşeğiyle uygun adım tin tin yürüyordu. Yürüyüş kolunu denetleyen bölük çavuşu ge­çerken laf attı:

“Ne haber Zeynel Ağa?”

Zeynel, “Ne olacak çavuşum..” dedi, “..Allah yine ‘yürü ya kulum’ dedi, yürüyorum.”

Çavuşun kahkahası gece sessizliği içinde tabanca gibi patladı.

İleri mevzilerdeki Yunan askerleri silahları kucaklarında bekler­lerken, ilk taarruz dalgasını oluşturan Türk birlikleri de, sessizlik için­de taarruz çıkış mevzilerine yanaşıp yerleştiler, namaz kılıp subayları ve arkadaşlarıyla helalleştiler, silahları kucaklarında sabahı bekleme­ye başladılar. Üç tümende de, taarruza katılmayacak olan postalar, aşçılar, iaşe erleri, borazanlar, sakalar, nazlarının geçtiği arkadaşları­na, çarşıya çıkacaklarmış gibi ganimet ısmarlıyorlardı:

“Ben iyi bir palaska istiyorum.”

“Bana gümüş tütün tabakası.”

“Bana sağlam bir pantolon!”

“Güzel bir saat isterim, tamam mı?”

Kel Zeynel de takımının çavuşuna sokuldu:

“Çavuşum, bunlar unutur, sen bana sağlam bir çarık getir, he mi?”

Millet güldü.

“Ülen Yunanda çarık ne arar? Çizme istesene.”

Zeynel’in hevesi kaçtı, “Öyleyse kalsın” dedi.

“Neden ki?”

“Ben çarıktan başka şey giyemem, giysem yürüyemem, susuz­luktan yanarsınız valla.”

(388 Şu Çılgın Türkler / Yunan Büyük Taarruzu)

Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir