Cumhuriyete ışık veren bir öğretmen: Muzaffer Salgındal
|Bazen siyah beyaz bir fotoğraf çıkar karşınıza, sizi çok eskilere götürür. Yaşadığınız kentin geçmişine doğru nostaljik bir yolculuğa çıkarsınız.
Güzelsu (Sülles), Akseki’nin bir köyü. Güzelsu’da yaşayanlar köylerini tanıtmak için bir web sitesi hazırlamışlar: www.guzelsu.com adında.
Burada gördüğümüz bir resim ve peşi sıra Yazar Abbas Güçlü’nün köşesine taşıdığı bir Cumhuriyet Kadını’nı, efsane bir öğretmeni sizlere tanıtmak istedik.
Bu öğretmenin adı: Muzaffer Salgındal.
Yazar Abbas Güçlü,Milliyet Gazetesi’nde 26 Ekim 2004 tarihinde yayınlanan “Cumhuriyete ışık veren öğretmenler” başlıklı yazısında Muzaffer Hoca’yı anlatırken, aynı zamanda 1940’lı yılların Antalyası’na dair ilginç bilgiler aktarıyor.
“Muzaffer Hanım, 80’ine merdiven dayamış, tam bir İstanbul hanımefendisi. Ömrünün 50 yılı, Anadolu’nun en ücra köşelerinde geçti. Hala okuyor, yazıyor, eğitimin güncel sorunlarına kafa yoruyor. 1941’den bugüne on binlerce öğrenci yetiştirdi. En büyük zenginliği onlar. Onlarla gurur duyuyor, bugünkü öğretmen ve öğrencileri gördükçe de yüreği parçalanıyor.
Kandilli Kız Lisesi’nden, Edirne Muallim Mektebi’ne oradan da Anadolu’ya uzanan yaşamını kaleme almış. Birbirinden ilginç anektotlar var. İşte bazıları:
“Genelde Şirketi Hayriye’nin vapurları ile Boğaz’ın iki yakasını dolaşır, bir saatte Kandilli’ye varırdık. Bazen de vapuru kaçırır, Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköy, Vaniköy ve Anadoluhisarı’nı yürüyerek Kandilli’ye gelir, 102 basamak çıkarak okulumuza ulaşırdık. O yıllarda okuyan yoktu. Biz Üsküdar’dan üç kız giderdik. Bu uzun gidiş gelişler ders çalışmaya zaman bırakmıyordu. Bakanlığa müracaat ettik. Üçümüz de Muallim Mektebi’ne yatılı kabul edildik. Oradaki yıllarımız dört duvar arasında geçti. Okulun duvarları Çin Seddi gibiydi. Ne dışarıdan içeriye, ne de içeriden dışarıya girip çıkılmazdı. O devirde böyle gerekiyordu. Disiplin eğitimin mihenk taşı olmuştu. Ama okulumuzun bahçesinde tenis kortu vardı. Türkiye tenisin t’sini bilmezken biz tenis oynuyorduk…”
Şimdiki öğretmenleri, yaşadıkları kentlerin uzağına, gönüllü göndermek çok zor. Köylerde kalanlar da yok denecek kadar az. Pek çoğu ilçelerde kalıyor. Köylere sabah gidip akşam dönüyorlar.
Muzaffer öğretmenin ilk tayin yeri Antalya. Bugünkünden çok farklıymış. Söz yine onda:
“Seydişehir’den Akseki’ye gideceğiz, ama nasıl? Ya at sırtında ya da at arabasıyla gidilecekmiş. Biz at arabasını tercih ettik. Güneşin ilk ışıklarıyla yola koyulduk. Tıkır tıkır, paldır küldür gidiyoruz. Dağ yollarından Toroslara geldik. Öyle bir yere vardık ki toprak damlar ve yok denecek kadar küçük pencereli evler. Küçük çocuklar sokakta çırılçıplak oynuyor. 1941 Türkiye’sinde böyle yaşayanlar vardı. Bizi bir tasa aldı. Acaba bizim gittiğimiz köyde çocuklar nasıldı? Gece boyunca yola devam ettik. Sabaha karşı ay ışığı kaybolunca, arabacı burada konaklayalım dedi. Çalı çırpı toplayıp başında uyumaya çalıştık. Güzelsu’ya gelince yanımıza orta yaşlı bir bayan geldi. ‘Ben Güzelsu başöğretmeninin eşiyim. Buyrun bize gidelim’ dedi. Akşam yerde bir sini üzerine sofra kuruldu. Ortada büyükçe bir çorba kasesi vardı. Önlerimizde de katlanmış peçeteler duruyordu. Önce peçeteyi aldım, kucağıma sardım. Etrafımdakiler gülmeye başladı. Ben bir şey anlamadım. Biraz nemli dedim. İşte o zaman ev sahibi hanım, ‘Onlar bizim ekmeğimiz, kendimiz yaparız. Ona yufka denir’ dedi. Savaş yılları olduğu için mi, neden bilmiyorum müthiş bir kıtlık vardı. Ekmek yoktu. Bazen bir ayvayla gün geçirirdim. İlk çağlardaki gibi yaşıyorduk. Burada iki yıl kaldım. Çıra ışığıyla yaşadım. Ama öğrencilerimden karşıma profesör olarak çıkanlar da oldu. 1960’da Antalya’ya veda ettim. O yıllarda çok sessiz bir yerdi. Nüfusu 52 bindi. Hiç eğlence yeri yoktu. Konyaaltı basit tahta barakalardan ibaretti. Denize giren çok az olurdu. Pirinç tarlaları olduğu için sivri sinekler felaketti. Cibinlikle oturduğumuz halde sıtmadan hiç kurtulamazdık…”
Muzaffer Salgındal hocanın bugüne dair gözlemleri ise bir hayli karamsar. 1946’dan sonraki siyasi çekişmeler ahlaki sorunlar yarattı diyor ve ekliyor: “Neden beceremedik, nerelerde hata yaptık?..”
http://www.milliyet.com.tr/2004/10/26/yazar/guclu.html
Ve bir resim.. Resim kadar resim altında yazılanlar da hayli ilginç.
Resmi Gönderen: Bilge Karabacak
Cavit Binbaşıoğlu’nun notu:
Güzelsu’da öğretmenlik yapan Muzaffer Salgındal ve öğrencileri. Sene 1942. Ön sırada çarpı işareti bulunan yerdeki öğrenci Çaltılıçukur’dan 1928 doğumlu Ahmet Özdemir. Kendisi Kuşadası’nda ikamet etmektedir. Emekli öğretmendir. Arşivindeki bu fotoğrafı Cavit Binbaşıoğlu’na iletmiştir. Fotoğraf köy odası önünde çekilmiştir. Binanın sağ üstünde görülen büyük ağaç, Derviş’in evinin yanındaki ve Mehmet Kocaoğlu’nun evinin üzerindeki harmanda bulunan sedir (katran) ağacıdır. Çok yaşlı bir anıt ağaç olan bu sedir ağacı daha sonraki yıllarda yıldırım düşmesi sonucu parçalanmış ve sonra kesilerek ortadan kaldırılmıştır. Bu ağaç şemsiye şeklinde olup Güzelsu’nun simgesi niteliğinde bir ağaç idi. Cavit binbaşıoğlu’nun babası ve amcalarının harman yeri burada idi. Ağaç, harmanın kıyısında idi ve gündüzleri gölgesinde yararlanılır idi. Cavit Binbaşıoğlu çocukluğunda burada harman sürmüş ve bu ağacın altında harmanlarını geceleri beklemiştir.
http://www.guzelsu.com/uyeler/bilge/resimler/okul.jpg