Manavgat’ın Amerikalı Sakini: Hadley’s Harem
|Yazar: Ege Görgün
Amerika’da imal edildi, Libya’dan havalandı, Romanya’da Nazileri bombaladı, Manavgat’a düştü. B-24 Liberator serisi ağır bombardıman uçağı Hadley’s Harem 65 yıl önce II. Dünya Savaşı’nı Türk topraklarına taşımıştı.
Ağustos 1943. II. Dünya Savaşı tüm hızıyla devam ediyor. Savaşa katılmamasına rağmen o yıl üçüncü kez Cumhurbaşkanı seçilen Milli Şef İsmet İnönü’nün önderliğindeki Türkiye’nin ekonomisine ise yavaşlık hakim. Ekmeğin karneye bağlandığı şehirlerde yaşam köydekine nazaran daha sıkıntılı. Çünkü köylüler üretiyor. Hem başkaları için, hem de kendileri için üretiyorlar. Köylünün milletin gerçekten efendisi olduğu yıllar.
Antalya’da, denize yürüme mesafesinde küçük bir köy. Tüm dünyayı kavuran savaş ateşinden çok da haberdar değiller. Nereden alacaklar ki haberi. Radyo o zaman için lüks, okuma yazma oranı düşük. Ama hayatın onlar için bir sürprizi var. Ağustos sıcağının kavurduğu topraklarına, küçük köylerinin derme çatma hanelerine savaşın küçük bir parçası taşınacak bugün.
Uçağı ilk kimin gördüğü belirsiz. O kadar alçaktan uçuyor ki görmemek imkansız zaten. Köylülerin bilmelerine imkan yok ama bu bir B-24 Liberator. Uzun menzilli bir bombardıman uçağı. Alçaktan uçtuğu için uçağın burnunda büyük bir hasarın olduğu seçiliyor. B-24 köylülerin şaşkın bakışları arasında denize düşüyor.
Nazi Almanyası’nın Çıkmazı: Petrol
Almanya’nın II. Dünya Savaşı’nı kaybetmesinin en büyük nedenlerinden biri hammadde yoksunluğuydu. Bu hayati hammadelerden biri de petroldü. Askerlerin nasıl ki yemeğe ihtiyacı vardı, ustaca tasarlanmış Alman savaş araçlarının da petrole ihtiyacı vardı. Örneğin tarih savaş dahisi Erwin Rommel’i Afrika çöllerinde alt edenin müttefiklerden çok, petrolsüzlük olduğunu yazar hala.
Savaşın başlarında akaryakıt ihtiyacını denizaşırı kaynaklardan sağlayan Almanya, müttefiklerin deniz üstünlüğünü ele geçirmesinin ardından bu soruna alternatif çareler aramaya koyuldu. En ideal çözüm savaşta Almanya’nın yanında yer alan Romanya’nın Ploesti petrol havzasını devreye sokmaktı. Kısa sürede bu tesis Almanya’nın Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri’nin can damarı halini almıştı.
Müttefikler savaşa bir an evvel nokta koymak istiyorlarsa bu tesisi devre dışı bırakmaları gerektiğinin farkındaydılar. 11/ 12 Haziran 1942 tarihinde Mısır’ın Fayid üssünden havalanan B-24 Liberator’lar bombalarını elden geldiğince Ploesti’nin üstüne bıraktılar. Çok iyi korunan tesislerden açılan karşı ateş sonrası savaşın bu ilk menzilli bombardıman saldırısı kesin bir sonuca ulaşamadı. Yedi uçak Irak’a, iki uçak Suriye’ye, dört uçakta Suriye’ye inmek zorunda kaldı.
1943’e gelindiğinde Ploesti’nin hayati önemi Almanlar için artık daha da artmıştı. Müttefikler için buraya ikinci bir saldırı yapmak kaçınılmaz bir hal almıştı. 1 Ağustos 1943’te Libya, Bingazi’deki üslerden 178 adet B-24 D Liberator ağır bombardıman uçağı havalandı. Bu uçaklardan biri de Hadley’s Harem’di.
Uçan Kaleler saldırıyor!
Hadley’s Harem ismi Kaptan pilot Gilbert B. Hadley’in adamlarına bir şakasıydı. Birleşik Devletler Ordusu Hava Kuvvetleri’nin Piramitçiler lakaplı 98’inci Bombardıman Takımı’nda yer alan uçakta ondan başka 9 kişi vardı. Yardımcı pilot James R. Lindsay, seyrüseferci Harold Tabacoff, mühendis Russell Page, bombacı Leon Storms, telsizci William Leonard, uçaksavarcı Christopher Holweger (cephaneci) ve uçaksavarcılar Pershing W. Waples, Leroy Newton, Frank Nemeth. Hadley’s Harem harekatta John R. “Killer” Kane’in liderlik ettiği Flight One grubunda, Kane’in sol kanadında yer alacaktı.
Bu grubun hedefi Ploesti’nin en büyük tesis olan Astro Romana tesisiydi. Karargahın “White Four” kod ismini verdiği rafineri büyük bir ateş gücüyle korunuyordu. Sabit uçaksavar bataryaları, tesisin çevresindeki demiryolu üzerinde yol alan bir tren üzerine yerleştirilmiş gezici bir uçaksavar bataryası tarafından destekleniyordu. Yapılan saldırı planına göre, yüksek irtifada iki grup halinde Romanya’ya kadar uçulacak ve rafineri yakınında ani alçak uçuşa geçilerek bombardıman başlatılacaktı. Bu plan daha önce çölde kurulan maketler üzerinde prova edilmişti.
Ancak Adriyatik üzerinde karşılaşılan kötü hava şartları sonucunda iki grup birbirinden koptu ve telsiz suskunluğunu bozmak zorunda kaldılar. Bu da Almanlar’ın onları fark etmelerine yol açtı. Saldırı sürpriz olmaktan çıkınca en önemli avantajlarını kaybetmiş olmuşlardı.
Hadley’s Harem daha hedefe doğru yaklaşırken vuruldu. Uçağın burun kısmından girerek içeride patlayan bir uçaksavar mermisi büyük tahribata neden olduğu gibi, Leon Storms’un da katili oluyordu. Göğsüne şarapnel parçaları isabet eden Storms oracıkta son nefesini verdi. Seyrüseferci Harold Tabacofff yaralanmış, iki numaralı motor durmuştu. Bombalarını planlandığı gibi hedefe yollayamayan uçak çok ağırdı. Mühendis Russel Page sürekli irtifa kaybeden uçağın burnunu havaya kaldırmak için el kumandalarını kullanarak bomba yuvalarının kapaklarını açtı ve uçağın bomba yükünü boşalttı. Uçağın durumu hiç iyi değildi. Ulaşıp ulaşamayacaklarını bilmeden rotalarını tekrar Bingazi’ye çevirdiler.
Bingazi’ye asla varamayacaklarını kısa bir sürede anladılar. Rotalarını bu kez Türkiye’ye kırdılar. Önce İstanbul’un üstünden geçip hep güneye gidecek, Kıbrıs’taki İngiliz Hava Üssü’ne ulaşmaya çalışacaklardı. Üç numaralı motorlarının Ege Bölgesi’nin üstünde bir yerlerde durması bile umutlarını yitirmelerine yetmedi. Ancak Toros Dağları’nı aştıktan kısa bir süre sonra 1 numaralı motorun yağ basıncının da hızla düşmeye başladığını görünce Kıbrıs’a da ulaşamayacaklarını anladılar. Ya zorunlu iniş yapacaklardı, ya da şanslarını zorlayıp devam edeceklerdi. Ama denizin ortasına düşmeyi göze almak ve büyük ihtimalle boğulmak demekti.
İlk seçenek çok daha mantıklıydı. Zaten uçakların Türkiye’ye sığınması alışılmadık bir şey değildi. Savaş sırasında bu şekilde zorunlu iniş yapan bu uçaklardan bir filo bile kurulmuştu o yıllarda. Bu filo 1944-45 yılları arasında kullanılmış, aralarından biri dönemin Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın irtibat uçağı olarak görevlendirilmişti.
Manavgat civarlarında deniz üzerinde iyice alçalarak kumsala yaklaşırken Hadley’s Harem’in son kalan 1 ve 4 numaralı motorları da sustu. Bir kanadının suya değmesi ile uçak şiddetle denize çarpıp hızla battı.
Müttefikler için Kara Pazar…
1 Ağustos 1943 günü Ploesti’ye yapılan hava saldırısı büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı. Öyle ki bu gün havacılık tarihine Kara Pazar olarak geçti. 178 uçaktan 58 tanesi kaybedilmişti. Geriye dönebilen uçaklardan ise ancak 33 tanesi yeniden sefere çıkabilecek durumdaydı. Müttefiklerin 301 ölü 130 yaralı verdiği bu saldırı atılan 170 ton bombaya rağmen yalnızca rafinerilerin toplam kapasitesinin %46’ya düşmesine yol açabilmişti.
Türk köylüsünden Amerikan yardımı
Kendilerini can havliyle uçaktan dışarı atan yedi asker kıyıya doğru yüzmeye başladılar. Kıyıya vardıklarında uçağı düşerken gören köylüler de onlara yardımcı olabilmek için orada hazır bekliyorlardı. Yaraları pansuman edilen askerler günler sonra Toros Ekspres’i ile İstanbul Amerikan Hastanesi’ne nakledildiler. Dışişleri bakanlığı çok geçmeden Türkiye sınırları içinde ele geçen yabancı bir orduya mensup bu askerleri deniz kazazedesi sayıp serbest bıraktı.
Hadley’s Harem’in kaptan ve yardımcı pilotu çarpmanın şiddetiyle belki anında öldüler, belki de kendilerinde geçip boğularak can verdiler. İkisi de uçaktan çıkmamıştı çünkü. Ama uçağa olabildiğince güvenli bir iniş yaptırarak yedi arkadaşlarının hayatlarını kurtarmışlardı. Kaptan Robert Hadley’in bedeni tam 52 yıl boyunca suyun 27 metre altında kalacaktı. Kaptan Hadley bir kaptana yakışacak şekilde uçağını hiç terk etmemişti.
Antalya’da amatör bir dalıcı ve su altı fotoğrafçısı var. İsmi Oğuz Altunseçen. Oğuz Altunseçen su altına aşık… 1972 yılında su altı dalışları yaparken denizin 30 metre altında bir uçak kalıntısı buluyor. Fakat ne olduğunu anlayamıyor. Derken bir gün gazetelerde bir “magazin haberi” okuyor. Bu haberde, “Elli yıl önce kaybettiği şeyi bulmak için Antalya kıyılarında sabahdan akşama yürüyerek denizi gözleyen bir deli Amerikalı’dan sözediliyor.”
Oğuz Altunseçen bu Amerikalı’yı 1994 yılında buluyor. Amerikalı kazada kurtulan 7 havacıdan bugün hayatda kalan tek kişi: Roy Newton… Aradığı ise, denize çakıldıkları uçağın kalıntısı. Oğuz Altunseçen çıkardığı parçaları gösteriyor. Anlaşılıyor ki Oğuz Altunseçen’in buldukları 1943 yılında denize çakılan uçağın kalıntıları.
Oğuz Altunseçen Maliye Bakanlığı’na ve diğer ilgili makamlara başvurarak, gerekli izinleri alıyor. 1995 yılında kendi imkanlarıyla uçağın baş kısmını denizden çıkarıyor. Geri kalan iki bölümü çıkarmaya gücü yetmiyor. Yöredeki Maliye temsilcisi ise “tamamını çıkartmadı” diyerek hem 100 milyon liralık teminatını yakıyor, hem de denizden çıkarılan parçaya el koyduruyor. Uçağın ön bölümü jandarma karakolunun bahçesine atılıyor.
Rahmi M. Koç Müzesi’nin uçağın varlığından haberdar olup enkaz çıkarma girişimlerinde bulunması bu keşiften ancak 20 küsur yıl sonra mümkün olabildi. Önce yıllar önce enkazı keşfeden Altunseçen ve 12 kişilik kurtarma timi dalış yapıp Yüzbaşı Robert Hadley’in iskeletini çıkardı. Ardından ABD’den getirilen balonla uçağın pilot kabini su yüzüne çıkarılarak traktörle karaya çekildi. Zamanla Hadley’s Harem’in tamamı su dışına çıkarıldı ve Rahmi M. Koç Müzesi’nde sergilenmeye başladı.
Uçaksavarcı Leroy Newton kazadan sağ bacağındaki iki kırıkla kurtulmuş, kısa bir süre sonra da arkadaşlarıyla birlikte ülkesine dönmüştü. O gruptan Hadley’s Harem’i gören son kişi o oldu. Mürettebattan hayatta kalan son kişi olarak 1997’de Rahmi Koç Müzesi’ni ziyaret edip hem artık bütün halinde sergilenen uçağına, hem de ölen arkadaşlarının ruhlarına veda etmişti Newton. Antalya’ya gidip yıllar önce kendisine yardımcı olan köylüleri ziyaret etmeyi de ihmal etmemişti üstelik. Bir kez daha teşekkür edip minnetini belirtti. Hadley’s Harem’in uçaksavarcısı Leroy Newton bu ziyaretin iki yıl sonrasında Kaliforniya’da hayata gözlerini yumdu.
Keşke İstanbul’da değil Manavgat’ta sergilenseymiş. Turistlerin ilgisini çekerdi, ilçe tanıtımına katkısı olurdu.