Nevzat Hoca’nın kaleminden; ATTALEİA, ADALYA, ANTALYA
|Bir kolaj gibi Antalya. Pekçok farklı sanatçının ve farklı tarzların biraraya geldiği çok renkli bir kolaj. Üstelik binyılların her bir döneminde farklı yaşam kültürlerinin biçimlendirdiği eskinin eskisi bir resimler topluluğu. Bu toplu resmin fonunda ise her daim değişmeyen bir Akdeniz ve değişmeyen dağlar, vadiler. Yani, Türkuvaz zemin üstüne çizilegelen insan hayatı ve arkasında yeşil ve kayalık bir fonun ebedi güzelliği.
Bayrak değiştikçe değişen sosyal ve idari hayat; bayrak değiştikçe değişen kültür ve sanat; yanyana, arka arkaya ve daha çok da üst üste bindirir kültürleri. Onlarca kez yeniden örülmüş sur duvarları saklar geçmişin Antalya Kalesi’ni. Bir bakarsınız Panagia Kilisesi içinden Cumanun Camii’nin minaresi yükselir. Başınızı öteki yana dönersiniz Hellenistik tiyatronun basamakları üzerinde kurulmuş Bizans işliği ve onun da üstünde taş duvarlarıyla yaşamaya çalışan bir Rum evi. En üstüne çıkarsınız tüm bunların, ve geleneksel Türk evlerinin arasında yürürken bulursunuz kendinizi. Oldukça alçakgönüllü yalınlıkta, dökülmüş sıvalar altından bağdadi işçiliğin esnekliğiyle hala direndiğini görürsünüz duvarların. Selçuklu anıtlarıyla 13. yüzyıla girip, suriçinde yaşayan Beylikler dönemi halkının ezanla Yivli Minare’ye koşturduğuna tanık olursunuz. O sırada, sur dışında Rum zanaatkarların sesleri gelir. Hemen ilerde Romalı çocuklar, kadınlar, Hadrian Takı’ndan Antalya Kalesi’ne giriş yapan atlıları seyretmektedir. 2300 yaşında bir balıkçı limanda rıskını aramaktadır. Hellenistik duvarlar boyunca yürürken, taş ustalarının sesini duyarsınız: “Attalos bu dünya cennetine kentimi yapın demiş: duydunuz mu” diye. Limana dönersiniz, İtalyan işgalcilerin sesi yükselmektedir. Hatta, Konsolos Ferrante, “bu eserler Romalıların, yâni İtalyanların eserleridir. Bunları hiç kimse tahrip edemez” diye bağırmaktadır, antik surlardan taş söken Antalyalılara.
En etkili sesler denizde saklanmıştır: Azıcık dikkat kesildiğinizde tümünü duyarsınız. Sultan I. Gıyaseddin’in sesiyle 1207’ye gider, ilk Türklere tanık olursunuz Antalya’da. Arkasındaki mavi dalga, 7 yıl sonra I. İzeddin Keykavus’la Kıbrıs Kralı Huggs arasındaki ticari anlaşmayı anlatır. Ama en unutulmaz Selçuklu aslanı, Keykubat’tır: Antalya gönendikçe gönenir.
Zenginliğe doymaz, “3-4 bin yıl öncesinde ne vardı acaba” diye sorarsınız: Şimdilik yanıt bulamazsanız da bilirsiniz ki yaşanmış. Çünkü bilirsiniz ki hemen arkadaki dağlarda, Karain’de 350.000 yıl önce yaşamıştır ilk Antalyalılar. Çok ulu bir çınar gibi sonsuz köklere sahip olduğunuzu düşünüp bir çocuk gibi sevinirsiniz. Antalya’nın şimdiki sahipleri olarak, Artık size sadece övünmek kalmıştır. Bu olağanüstü mirasın sahipleri olarak bir şey daha kalmıştır elbet: Olağanüstü sorumluluk.
Antalya sokakları bir zamanı daha saklar tüm sıcaklığıyla: 06.03.1930’dur tarih. Saat 16.00’dır ve Kepez sırtlarından bir dev girer Antalya’ya. Aynı akşam Türk Ocağı’nda, Antalya gençleriyle toplantıdadır. Ve sanki bugünün tüm siyasilerine öğretir gibi Aspendos Tiyatrosu’nda kültürel gelecek çizmektedir. Sanki bugünden düne yazılmış bir şarkı duyarsınız Atatürk Evi’nin sessiz duvarlarında: “Sarı saçlım mavi gözlüm. Neredesin dost”.
İnsan merak ediyor ve sorası geliyor eski Antalyalılara, bugünkü Antalya’ya ne derler diye: Mesela Turgut Cansever ne derdi bu şehre, bu mimarlığa; mesela Attalos üzülür müydü tüm kentinin çoktan yok olmasına; yada Hadrian ne denli şaşardı acaba, takın 3m üstünde yerleşen yeni şehri görünce; salt limanı için bu kenti fetheden Keykubat limansız Kaleiçi’ne ne derdi acaba? Yada Onat Kutlar, Macit Selekler şimdi yazsaydı aynı mı olurdu acaba dün yazdıklarıyla? Ya Atatürk, sevinir miydi Aspendos’taki klasik konserlere? Subaşı’nın, Kumbul’un, Akaydın’ın, Türel’in ne dediğini yaşadık biliyoruz: Acaba, ben doğduğumda başkan olan Teoman yada Tolunay, Tonguç, Ulusoy ne derlerdi gelişmelere? Çok şaşırırlar mıydı o küçücük kentte, artık bir milyon kişinin yaşadığına. Ve dünyanın en çok ziyaret edilen bir turizm başkenti olduğuna…
Prof. Dr. Nevzat Çevik
Müthiş bir yazı ellerinize sağlık. Zaman Tünelinde Antalya tadında…
Nevzat Hoca sayesinde öğrendiğimiz Myra kazılarının hikayesini NTV’de büyük bir keyifle izliyorduk. Hoca bir de kazıların neden durdurulduğunu yazıp blogta paylaşırsanız çok seviniriz. Gerçekten merak ediyoruz…