ŞEHİR İKONLARI
|
“Varlığın ifade biçimlerinde semboller önemli yer tutar. Bir şehri “sembol” veya “semboller”le ifade edebilmek, oldukça zor olmakla birlikte müthiş bir sorumluluk ve vebal gerektiren bir iştir. Kimi zaman bir şehir kendiliğinden ortaya çıkmış bir sembolün ortak kabul görmesiyle kendisini imajlar/semboller dünyasına aktarır. Kimi zaman da günümüzdeki şehirlerin yerel yöneticilerinin yaptığı gibi anlamsız, hiçbir tarihsel/kültürel/estetik değeri olmayan, güya çok şey ifade eden ama hiçbirşey anlatmayan grafik tasarımlarla şehir imajı verilmeye çalışılır. Ortak kabul gören sembol; ifadelendireceği varlıkla bütünleşebilen bir şekil ve niteliğe bürünebiliyorsa o varlığı “temsil” edebiliyordur. Çoğu zaman da şehrin enerjisini akıttığı/tükettiği bir işlev, alan, renk, etkinlik, vs. sembol haline gelir ve o şehri ifade aracı olur. Bir şehrin sembolü, tarihsellik ve süreklilik ifade edebilmeli… Sembolü olduğu şehrin muhtevasını ifşa edebilmeli… Sembolü olacağı şehrin muhtevasına uygun bir estetik/güzellik taşımalı…
Günümüzde şehirlerimiz tam bir ilkellik, zevksizlik ve muhtevasızlık ifade eden semboller mezbeleliğine dönmüş. Bitkilerden tutunuz da, mabed motiflerine, eğlence ve mekanlara kadar aklınıza gelen herşey şehir sembolü olmuş. İnsanı dehşete düşüren bir zevksizlik, görgüsüzlük… Sembollere bakınca şehrin nasıl bir “estetik idraksizlik”e kurban edildiği anlaşılabiliyor…”
Bu satırların sahibi Yahya Düzenli. “Şehirde Sembollerin İkonaya Dönüşmesi” başlıklı yazısından alıntı. Tesadüf eseri karşılaşılmış olan bu yazı yakın zamana kadar Antalya’nın “Antalya Marka Şehir” projesini hatırlattı. Sahi ne oldu o çalışmalar?
Antalya’nın simgesini ele almadan önce dünya şehirlerinden bazı simgelere bakalım;
CHRISTO REDENTOR
Brezilya’nın Rio de Janeiro şehrinde Corcovado Dağı üzerinde, şehrin sembollerinden biri olan İsa heykeli. Türkçe, “Kurtarıcı İsa” anlamına gelen heykel, dağın aşağı kısmında Tijuca Milli Parkı’nda bulunur. Corcovado 710 m. yükseklikte olup, muhteşem bir şehir manzarası sunar. Corcovado dağ treni, kıvrımlı bir yolu izleyerek dağın zirvesinin yakınına kadar gelir. 7 Temmuz 2007 tarihinde, Dünyanın Yeni Yedi Harikası’ndan biri olarak seçilmiştir.
Dağın zirvesinde Heitor Silva Costa tarafından tasarlanan ve Fransız heykeltraş Paul Landowski tarafından beş yıl içinde gerçekleştirilen İsa heykeli (Portekizce: Christo redentor) bulunur. 1900 yıllarında son bulmuş ve 12 Ekim’de dikilmiştir. 30 m. boyundaki devasa heykel 8 m. yükseklikteki bir kaide üzerinde durur ve 1.145 ton ağırlığındadır. Yalnızca başı 3,75 m. yüksekliğinde olup 30 ton gelir. Açılmış kollarının genişliği 30 m. tutar. İnşaat malzemesi olarak beton, üzerinde katman olarak da sabun taşı (talk da denir) kullanılmıştır.Heykelin inşası katolik derneği tarafından, aslen çirkin telefon direklerini örtmek için sipariş olarak verilmiştir.
Bugün yılda 1 milyon kadar turist anıtı ziyaret eder. 1 Aralık 1999’da Avusturyalı base jumpingci Felix Baumgartner, heykelin sağ kolundan paraşüt ile atlamıştır. Baumgartner, atlayış öncesinde heykele ok ile fırlattığı bir halat ile tırmanmıştır.
ATOMIUM
1958 yılında Expo ’58 fuarı için yapılmış Belçika’nın Brüksel şehrinde bulunan anıt binadır.André Waterkeyn tarafından tasarlanmıştır. 102-metre (335-feet) yüksekliğinde , dokuz çelik kürenin birleştirilmesi ile oluşur. Demirin kristal kafes yapısının 165 milyon kez büyütülmesinden esinlenmiştir. 6 ay boyunca durması beklenirken günümüzde modern Brüksel mimarisinin sembolü haline gelmiştir.
Küreler 12 boru ile birbirine bağlanmış ve yürüyen merdivenlerle fuar hollerine geçiş yapılmıştır. En yüksekteki küre Brüksel’in panoramik görüntüsüne hakimdir. Her küre 18 m çapındadır. 2008 yılında 3 küre ziyarete kapatılmış olup diğerlerine yürüyen merdivenlerle ulaşılabilmektedir. Dikey yönde hareket eden asansörler ise oldukça hızlı hareket etmektedir. (5 metre/sn)
BİZİM EXPO yapımız ne olacak? hadi hayırlısı bakalım…
BÜYÜK UTKU ANITI
Afyonkarahisar’da, kentin Yunan işgalinden kurtarılışı ve Büyük Taaruz anısına dikilen zafer anıtıdır. Ünlü heykelci Heinrich Krippel tarafından 1934-1936 yılları arasında yapılmış ve 24 Mart 1936 günü dönemin başbakanı İsmet İnönü tarafından açılmıştır.
Anıtın kaidesi büyükçe ve kübik bir kayaçtan oluşmaktadır. Kaidenin üstünde, tunçtan yapılmış çıplak iki erkek heykeli vardır. Bu heykellerden ayakta olan, düşmanı ayakları altına almış Türk’ü; ayaklar altında yatan ise Türkiye’yi işgal eden düşmanları simgelemektedir. Bir yoruma göre de ayaktaki figür, tam bağımsızlık için saldıran Türk gücünü; yerdeki figür ise Türk’ün gücü karşısında yenilen emperyalizmi temsil etmektedir. Ayaktaki heykel gerek yüzünün benzerliği, gerekse simgelediği rol ile Mustafa Kemal Atatürk’e benzetilmiştir.
Heykeli taşıyan kaidenin çevresinde de tunçtan kabartmalar bulunmaktadır. Kaidenin çevresindeki kabartmalarda ön yüzde Atatürk’ün sol profilden bir portresi, arka yüzde Türk askerinin taşıdığı sancağı işgalden kurtulan halkın öpmesi, sol yüzde Atatürk, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak’ın harita üzerinde yaptıkları Başkomutanlık Meydan Muharebesi planı, sağ yüzde ise Türk askerinin yaptığı bir süngü saldırısı betimlenmiştir.
Heykeller normal insan boyutlarından daha büyük ve hareketleri son derece canlıdır. İşgalcileri sembolize eden ve yerde yatan figürün büyük bir çaresizlikle aşağı sarkmış olan başındaki ıstıraplı yüz ifadesi ve bitkin vücudu yenilgiyi göstermektedir. Ayaktaki figürün yüzünde ise büyük bir hiddet ifadesi vardır. Gerilmiş kasları, şişmiş boyun damarları, yukarı kalkmış kolları, biri yumruk şeklinde sıkılmış, diğer bir şeyi parçalayacakmış gibi açılmış elleri ile ayakları altında yatan figüre yukarıdan bakarak adeta ezmektedir.
6 Kasım 1937 günü Afyonkarahisar ziyareti esnasında anıtı inceleyen Mustafa Kemal Atatürk, anıt hakkında “Büyük utkuyu en iyi anlatan anıt” demiştir.
Büyük Utku Anıtı, önden bakıldığında arkasında görünen Afyonkarahisar Kalesi ile birlikte kentin en önemli simgesidir.
BOĞAZİÇİ KÖPRÜSÜ
Avrupa ve Asya kıtalarını ayıran Boğaz’dan karşıdan karşıya kolayca geçebilme fikri yüzyıllar boyunca çekiciliğini korudu. Bilinen en eski Boğaz geçişi M.Ö. 511 yılında gerçekleştirildi. İskit seferine çıkan Pers Kralı Darius’un 700 bin kişilik ordusu, gemilerin yan yana getirilmesiyle oluşturulan yüzer köprü ile Trakya’ya geçti.Mühendisler, Boğaz’ın bir köprüyle geçilmesi konusunda zaman zaman değişik projeler üretse de bunlar tasarı halinde kaldı. Örnek olarak 1940 yılında Nuri Demirağ’ın girişimiyle Türk mühendisler ve Amerikalı uzmanlar tarafından boğaz köprüsü projelendirilmiş ve bu işe talip olunmuştur ama o zamanki iktidar tarafından “boğaza köprü olmaz, yıkılır” diye bu teklif rededilmiştir.
20. yüzyıl’ın ikinci yarısında İstanbul’un hızla gelişmesi ve Avrupa-Asya arasındaki trafiğin artışı Boğaz’a köprü yapılmasını zorunlu hale getirdi. T.C. Karayolları İdaresinden, Boğaz’da köprü geçişinin 9 yerden mümkün olduğu raporunu alan dönemin Demokrat Parti’li Başvekili Adnan Menderes 25 Mayıs 1960’da bir İngiliz müşavirlik firmasıyla sözleşme imzaladı. Birkaç gün sonra meydana gelen 27 Mayıs Darbesi dolayısıyla bu projenin gerçekleşmesi ancak 1965 yılında Adalet Partisi’nin tek başına iktidara gelmesinden sonra olabildi.1967’de konuda uzmanlaşmış dört mühendislik firmasından yeni bir proje hazırlamaları istendi ve en uygun öneriyi yapan Freeman Fox and Partners adlı İngiliz firmasıyla 1968’de anlaşma imzalandı. İnşaatı gerçekleştirecek firmayı seçmek için açılan ihaleyi de Hochtief AG adlı Alman ve Cleveland Bridge and Engineering Company adlı İngiliz firmalarının oluşturduğu konsorsiyum kazandı. Köprünün inşaatına 1970 yılında başlandı. Anlaşmaya göre inşaatın maliyeti 21,774,283 ABD Doları’dır. İnşaat üç yılda tamamlanmış ve 29 Ekim 1973’te, Cumhuriyetin ilanı’nın 50. yıldönümünde hizmete açılmıştır.
Avrupa ve Asya ile sabit bağlantı olarak Türkiye ulaşım ağının çok önemli bir halkasını oluşturan köprüde, o dönemden bugüne trafik artışı beklenenin çok üstünde gerçekleşti. Köprünün ilk hizmete açıldığı yıl günlük ortalama araç geçişi 32 bin iken 1987’de bu sayı 130 bine, 2004 yılında ise 180 bine çıktı. Boğaziçi Köprüsü 1978’den beri yaya trafiğine kapalıdır.
EMPIRE STATE BİNASI
New York’da bir gökdelen. Bina, Manhattan, Fifth Avenue’de 33. ve 34. caddelerin arasında yer alır. Tam olarak adresi 350 Fifth Avenue, New York, N.Y. 10118 şeklindedir. 1 Mayıs 1931 tarihinde, o güne kadar Dünya’nın en yüksek binası olan Chrysler Building’in bu unvanını elinden almıştır. Yapımı 1932 yılında bitmiştir.[1] 1931 yılında inşa edilen binanın büroları büyük Bunalım yılları boyunca boş kalmıştır; bina vergi giderlerini manzara seyretmeye gelenlerden karşılayabilmiştir. Bina 102 katlı olup, 1576 merdiven basamağına sahiptir. Yüksekliği 381 m, anten ile beraber 443,2 m’dir. World Trade Center (Dünya Ticaret Merkezi) binasının 1972 tarihindeki açılışına kadar Dünya’nın en yüksek binası olarak kalmıştır. 11 Eylül 2001 tarihindeki terör saldırıları sonucu World Trade Center binaları yıkılınca, New York’un en uzun binası unvanını geri almıştır. Şu anda, anten yüksekliği ile 527 m olan Chicago’daki Sears Kulesi’nden sonra ABD’nin en yüksek ikinci binası olan Empire State Building, Dünya’da da tek başına yükselen en yüksek üçüncü yapıdır. Kışın, bazı günler, alt katlarının hizasında yağmur yağarken en üst katına kar yağdığı görülmüştür.
Açık bir havada binadan, 80 mil mesafedeki beş ABD eyaletine bakılabilir. Bunlar, New York, New Jersey, Pensilvanya, Connecticut ve Massachusetts’dir. 1960’ta tepeye yerleştirilen güçlü bir fener binanın 160 kilometre uzaktan görülmesini sağlamıştır. Bugüne kadar binayı 117 milyon kişi ziyaret etmiştir. 1947 yılında manzara platformuna 3 m yükseklikte korkuluk yapılmıştır. Buna rağmen buradan, bugüne kadar 35 kişi atlayarak intihar etmiştir. Toplam 74 asansör vardır, bunların bir kısmı ara katlarda durmadan en üst kata çıkan ekspres asansörlerdir. Bu yüksek binaya 1945’de bir B-25 Mitchell bombardıman uçağı çarpmış ve 14 kişinin ölümüne sebep olmuştur.
Bunun yanında Empire State kelimesi, New York eyaleti’nin lakabıdır.
Keops piramidi 100 bin kişi çalıştırılarak 20 yılda, Ayasofya 1000 kişi çalıştırılarak 5 yılda bitirilmiştir. Empire State Building’in inşaatı ise sadece 18 ayda bitirilmiştir. Eski çağlarda çalışanların tamamına yakını köle olduğu için işten çıkmak gibi bir durum sözkonusu değildi. Çalışan sayısı değiştiği için Empire State inşaatında toplam çalışan sayısı net verilemez.Ayrıca Empire State Binası New York’ta çekilen bazı filimlere ilham kaynağı olmuştur
- İnşaata 1929’da başlanmış ve Mayıs 1931’de bitirilmiştir.
- Yaklaşık 55.000 ton çelik
- 10 Milyon kiremit.
- Yaklaşık 760 km elektrik hattı.
- 96 km su borusu
- Yaklaşık 5600 km telefon kablosu
- 6500 pencere
- Toplam ağırlık 331.000 ton
- 30.000 m² mermer zemin
- 1100’den fazla tuvalet
- 73 asansör ve asansör boşluğu, toplam 11 km
- 102 bina katı.
EYFEL KULESİ
(Fransızca: La tour Eiffel [la tuʀ ɛˈfɛl]), Paris’deki demir kule. Kule, aynı zamanda tüm dünyada Fransa’nın sembolü halini almıştır. İsmini, inşa ettiren firma olan Gustave Eiffel’den alır. En büyük turizm cazibelerinden biri olan Eyfel Kulesi, yılda 6 milyon turist çeker. 2002 yılında toplam ziyaretçi sayısı 200 milyona ulaşmıştır.
Eyfel Kulesi 1887 ile 1889 yılları arasında Gustave Eiffel’in firması tarafından, Fransız Devrimi’nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde inşa edilmiştir. Aslında kulenin mimarı Gustave Eiffel değil, İsviçreli Maurice Koechlin ‘in siparişi üzerine tasarlayan Stephen Sauvestre’dir. Meslektaşı Emile Nouguier ile beraber ilk tasarımları yapmıştır. Kulenin, 7.739.401 Frank 31 Sent tutan inşaat masrafları, Gustave Eiffel’in tahminlerinin 1 milyon frank üstündedir. 1889 yılındaki açılış tarihden önceki 5 ayda 1,9 milyon kişi ziyaret edince, yıl sonuna kadar toplam masrafın 3/4’ü çıkartılmıştır. Böylelikle Eyfel Kulesi, daha başından, kazanç sağlayan bir şirket görünümüne bürünmüştü.
3.000 işçi 26 ay boyunca 18.038 adet demir parçayı 2,5 milyon perçinle bir araya getirdi. Hiç ölüm vakası yaşanmamış olması, o günün şartlarında şaşırtıcı bir durumdur. Ancak kule, onu bir utanç lekesi olarak gören Paris halkının tepkisini de çekmiştir. Bazı sanatçılar devasa bir sokak lambasına benzetirken, bir fabrika bacası gibi Paris’in görsel itibarını zedeleyeceğini ileri sürmüşlerdir. Böylelikle devrin sanatçı ve edebiyatçı çevresinde bir kampanya başlatılmış, bu kampanya süresince ünlü sanatçıların imzaladığı bildiriler dağıtılmıştır. Bugün ise Eyfel Kulesi, Dünya’nın en güzel mimari yapılarından biri olarak kabul edilir. Parisliler onu Demir Bayan olarak adlandırırlar. İlk başlarda Eiffel, Kule’ye sadece 20 yıl için müsaade almıştı. Dolayısıyla, 1909 yılında kulenin sökülmesi gerekiyordu. Ancak kule, iletişim için çok uygun yüksekliğe ulaştığından ve yeni yüzyılda Atlantik ötesi haberleşmeye imkân tanıdığından, kalmasına izin verildi.
Eyfel Kulesi 300 m yüksekliktedir. Zirvesindeki televizyon vericileri 27 m daha yükseklik kazandırır. Günümüzde yaygın olarak kullanılan çelik yerine demirden inşa edilmiş, özel teknikler sayesinde günümüze kadar sağlam olarak gelmiştir.
200.000 metrekare alanda bulunan Eyfel Kulesi her 7 yılda bir, 60 ton boya ile boyanır. Bu çalışmada 25 boyacı görev yaparken, çalışma 15 ay sürer. Bu işlem sırasında 1.500 fırça, 5.000 zımpara kağıdı ve 1.500 iş tulumu tüketilir. Ayrıca güvenlik maksadıyla toplam 50 km güvenlik halatı, 20.000 metrekare koruyucu ağ kullanılır. Boyama maliyeti yaklaşık 3 milyon avro tutar. Zaman içinde kulenin rengi kırmızımsı kahveden, sarımsı kahveye, daha sonra kestane kahvesinden bugünkü bronz tonuna dönüşmüştür. Kule 3 renk tonunda boyanır. En açık renk zirvede kullanılırken, en koyusu zeminde kullanılır.
Kulede intihar olayları da yaşanmaktadır. Şu ana kadar 400 kişi bunu gerçekleştirmiştir. Zamanla, intiharların önüne geçmek maksadıyla platformların çıkış noktalarına demir parmaklıklar yerleştirilmiştir.
22 Temmuz 2003 tarihinde, kısa devre sonucu, kulenin zirvesinde, hemen en üst ziyaretçi platformunun üstünde yangın çıkmıştır. Yangın bir saat gibi bir sürede kimse yaralanmadan söndürülmüştür.
GASOMETER
Viyana’nın Simmering ilçesinde bulunan 1896 yılından kalma o zamanki gaz tankları. Birbirinin benzeri dört ayrı yapıdan oluşan tanklar, 1999’dan 2001 yılına kadar süren kapsamlı bir inşaat projesiyle bir eğlence merkezi, konut kompleksi, bir öğrenci yurdu ve bir organizasyon-tertip salonuna dönüştürülmüştür.
Binalar ilk günden itibaren, büyüklükleri ve çok uzaklardan görülebilmeleri sebebiyle Simmerling’in sembolü olmuşlardır. Yeniden düzenlenmeyle beraber, tüm Dünya’dan turistlerin ve mimari bilirkişilerin ziyaret ettiği turistik bir unsur haline gelmiştir.
GOLDEN GATE KÖPRÜSÜ
(Türkçe: Altın Kapı Köprüsü), Kaliforniya’daki San Francisco Körfezi’nin girişinde, Golden Gate Boğazı üzerinde bir asma köprüdür.Şu anda, dünyadaki en uzun yedinci asma köprüdür. Köprü uzunluğu 2,73 km, ayaklar arasındaki uzaklık 1,28 km’dir, yüksekliği 235 metreyi bulur. Taşıt trafiği için altı şerit vardır. Köprü, San Francisco’yu Marin County’nin kuzey bölgeleri ve daha seyrek bir yerleşim olan Napa ve Sonoma Valley ile birleştirir.
Körfeze köprü yapılması fikri 1872 yılına dayanır. Ancak feribot kapasitelerinin sınıra dayandığı 1920’li yıllara kadar o yıllarda yapılan taslaklara el sürülmedi. Köprünün yapımı 5 Ocak 1933-27 Mayıs 1937 tarihleri arasında, tartışmalı baş mühendis Josef B. Strauss’un yönetiminde gerçekleştirildi. Yapım süresince 11 işçi yaşamını yitirdi.
Golden Gate Köprüsü’nün yapımında, zamanın teknik zorluklarının üstesinden gelinmiş ve köprü yapımıyla ilgili çok sayıda rekor kırılmıştır. Bunlar; en yüksek ayak (227 m), en uzun (2.332 m), en kalın halat (92 cm) ve en büyük sualtı temelleri alanlarındadır. Bu temeller, boğazın çok güçlü akıntılarında yapılmak zorundaydı. Şaşırtıcı olan başka bir şey de, işsizlik ve açlığın yaygın olduğu bir dönemde yapılması ve 35.000.000 dolar gibi bir paranın harcanmış olmasıdır. Köprü toplam 887.000 ton ağırlığındadır. Sonuncusu som altın olan 600.000 perçin, kulelerin ve kirişlerin putrellerini bir arada tutar. Köprü, 1964’te New York’taki Verrazano Narrows köprüsünün yapımına kadar, dünyanın en uzun asma köprüsü olarak kaldı.
Yapım süresince köprünün altında gerilmiş olan güvenlik ağı, 19 çalışanın yaşamını kurtardı. Bu kişiler daha sonra Half-Way-to-Hell-Club (Cehennemin Yarı Yolu) adını verdikleri kulübü kurdular. Bu ağ, bitim aşamasında düşen bir yapım iskelesini tutamayınca iskeleyle birlikte düşen 10 kişi yaşamını yitirmiştir.
Golden Gate Köprüsü, birçok intiharın gerçekleştiği yer olarak dünyanın en ölümcül köprüsü olarak kabul edilir. Ocak 2006’ya kadar olası 2.000’den fazla insan, köprüden atlayarak yaşamına son verdi. 67 m yükseklikten atlayanlar, yaklaşık dört saniye sonra, saatte 120 km hızla suya çarparlar. Köprü açıldığından beri sadece 26 kişi bu çarpmanın sonucunda yaşamda kalmıştır. Dünya Savaşı gazilerinden Harold Wobber köprüde intihar eden ilk kişidir. Açılıştan üç ay sonra, yüksekliği 1,40 m olan yaya geçidi korkuluklarını aşarak atlamıştır.
Amerikan medyasında, en azından intiharı zorlaştırmak için diğer yüksek yapılardaki gibi bariyer konulmasının mümkün olup olmadığı defalarca tartışılmıştır. Kabul edilen olgu, intiharların genellikle anlık kararlar sonucu olduğudur. Girişimde bulunup intiharı ilk seferinde engellenenler, çoğunlukla ikinci kez denememiştir. Engel konulması önerisi, 25 milyon dolar tutan tutarı, halktan gelen itirazlar ve mühendislik sorunları yüzünden uygulanamamıştır.
GUGGENHEIM MÜZESİ
İspanya’nın Bask Ülkesi bölgesinde, Bilbao şehrinde bulunan, modern sanat müzesidir. 11.000 m² alana yayılan müze, ABD’li bir vakıf olan, Solomon R. Guggenheim Vakfı’nın beş müzesinden biridir. Guggenheim Müzesi Bilboa şehrinin en önemli görülmeye değer mekanlarından biridir. Odak noktası 20.yüzyılın çağdaş sanatıdır. yerleştirme ve video ve benzeri sanat objeleri, resim ve heykellerden daha fazladır.
Açılışda yıllık 600.000 olarak beklenen ziyaretçi sayısı her yıl bu rakamın üstüne çıkmıştır. 2007 yılındaki onuncu yıldönümünde onmilyoncu ziyaretçisini karşılayan müzenin yıllık konuk sayısı 1 milyon civarındadır ki bunun % 60 kadarı yurt dışındadndır. Müze Bilbao’nun ve tüm Kuzey İspanya bölgesinin şüphesiz büyük bir kültürel zenginliği olmasının yanında ayrıca birkaç binlik istihdam sağlaması açısından ekonomik bir de başarıdır.[2]
HUNDERTWASSER EVİ
(Almanca: Hundertwasserhaus), Avusturya’nı başkenti Viyana’da bulunan ve tasarımı Avusturyalı sanatçı Friedensreich Hundertwasser tarafından yapılmış olan bir apartmandır.Landstrasse’deki Hundertwasserhaus (Yüzsular Evi,) Kegelgasse 34-38 numaradadır. En ilginçlerle bezeli olan bu ev veya sanat evi Viyana Belediyesi’nin 1983-1986 yıllarında yaptığı birçok belediye evinden farklıdır. Diğer evlerden en büyük farkı binanın hiçbir yerinde düz öğe kullanılmamış olması ve resimlerinde de görüldüğü gibi dış yüzeyinin rengarenk olmasıdır.
Mimar Joseph Krawina tarafından planlanmış ve asıl işin sanat yönünü yapan Friedensreich Hundertwasser tarafından hayata geçirilmiştir. 250 adet ağaç ile terasları yeşillendirilmiş bina, her yönü ile ilginç bir yapıdır.
Binada toplam 52 adet daire ve 4 adet dükkân vardır, ayrıca binanin üstünde bulunan teraslar büyük bir bahçeyi andırır. Friedensreich Hundertwasser’in yaptığı bu bina Viyana’da en çok turist çeken binaların başında gelmektedir.
Friedensreich Hundertwasser şöyle demiştir: “Ressam özgür olmak istediği evler ve mimariler hayal eder ve bunları da gerçekleştirir.”
Her güzel olan yapıtta olduğu gibi bu binaninda kullanılmış olan yumuşak malzemelerden dolayı geniş ve büyük paralar isteyen tadilata ihtiyaci vardır. Bu yönde belediye tarafından çalışmalar sürmektedir.
MOULIN ROUGE
(Türkçe: Kırmızı Değirmen), 1889 yılında Joseph Oller ve Charles Zidler tarafından inşa edilen bir kabare’dir. Paris’in 18. bölümünde bulunan Moulin Rouge, French cancan adlı gösteriyle ünlü olmuştur.
Moulin Rouge üzerindeki kırmızı yel değirmeni ile dünyaca ünlüdür ve aslında bir özel teşebbüs olmasına rağmen Fransız kültüründe sembolleşmiş bir yere sahiptir. Kırmızı değirmeni, elit erotik şovları, yetişkinlere yönelik orijinal eğlence programlarını ve ünlü kan-kan dansını görmek için yıl boyunca gelen pek çok turisti ağırlar.
Orijinal sahne şovları ve binanın dizaynı tarihi boyunca dünyadaki benzerlerini etkilemiş ve pekçok tarzın öncülüğünü yapmıştır. Bu tarihsel süreç girişte sıralanmış panolarda resimler ve çeşitli dillerde yazılmış açıklamalarla özetlenmiştir ve Moulin Rouge’un yaşayan bir müze olduğunu hatırlatır.
NOTRE DAME KATEDRALİ
(Fransızca: Cathédrale Notre Dame de Paris) Paris, Fransa’da bulunan dünyaca ünlü bir katedraldir. Meryem Ana’ya ithafen isimlendirilmiştir. Gotik yapı Île de la Cité’in doğu kısmında, Paris’in diğer tüm önemli yapıları gibi Seine Nehri’nin kıyısında bulunur. Girişi batıya bakar.
Fransız gotik mimarisinin en güzide örneği olarak bilinen Notre Dame, ayrıca ilk gotik katedrallerden biridir ve gotik dönem boyunca inşası sürmüştür. Heykellerin ve işlemeli camların ortaçağ Roma mimari üslubundan sonra pek görülmemiş bir dünyevilik içermesi, natüralizm akımının eserlerdeki ağır etkisi sebebiyledir.
Turistler açısından popüler bir yer olmasının yanı sıra, halen bir Roma Katolik katedrali olarak kullanılır ve Paris başpiskoposluğuna ev sahipliği yapar. (15 Şubat 2005’ten beri görevi André Vingt-Trois yürütmektedir.)
1160 yılında Paris katedrali “Avrupa’nın krallarının bölge kilisesi” olduktan sonra Piskopos Maurice de Sully tarafından “mağrur görevi için yetersiz” bulundu ve “Paris piskoposu” unvanını aldıktan kısa süre sonra Sully katedrali yıktırdı. Efsaneye göre Sully Parisin yeni görkemli kilisesinin hayalini görmüş ve orijinal kilisenin dışına bu görüntüyü çizmiştir. Kilisenin yapımı için birçok evi yıktırmış ve malzemelerin taşınabilmesi için bir de yeni yol açtırmıştır.
1163’te Kral VII. Louis’nin hükümdarlığı döneminde başlamış olan inşaatın temel taşını Maurice de Sully’nin mi, yoksa Papa Alexander III’ün mü koyduğu tartışma konusudur, fakat her ikisinin de ilgili seremonide hazır bulunduğu bilinmektedir. Piskopos Sully ömrünün büyük kısmını ve parasını katedralin inşaatına vakfetmiştir.
Batı cephenin ve çarpıcı iki kulesinin yapımı 1200 yılları civarında, sahın henüz tamamlanmadan başladı. Yapım süreci boyunca çok sayıda mimar çalıştı, ki değişik yüksekliklerde görülen değişik stillerin sebebi budur. 1210 ve 1220 yılları arasında dördüncü mimar gül pencerenin hizasını gördü ve 1245 yılında kuleler tamamlandı. Katedralin tamamlanması ise 1345’e uzanır.
Yıllar boyunca kiliseye pek çok org getirildiyse de, hiçbiri binanın yapısına uygun olmamıştır. İlk uygun org Cliquot tarafından 1700’lü yılların başlarında tamamlandı. Cliquot’nun eserinin bir kısmı günümüze kadar dayanmıştır, fakat org 19. yüzyılda Aristide Cavaille-Coll tarafından büyük ölçüde yeniden yapıldı. Ne katedral, ne de org Paris’in en büyüğü olmamasına rağmen Notre Dame’ın piyanisti şehrin en kıdemlisi addedilmiştir. Bu konuda 18. yüzyılda öyle bir rekabet olmuştur ki, dört piyaniste unvan verilmiştir, ve her biri yılın üç ayı boyunca çalmıştır. Kilisenin en iyi piyanisti 1900-1937 yılları arasında çalan Louis Vierne olarak görülür. daha sonradan çalan orgçular, özellikle Pierre Cochereau orga önemli katkılarda bulunmuşlardır. Yine de orgun orijinal tınısı bugün dahi Cavaille-Coll versiyonuna aittir, ve org yaptığı en iyi enstrümanlardan biri olarak kabul edilir.
PANTHéON
Paris’in Quartier Latin bölgesinde bulunan bir yapıdır. Paris’in koruyucu azizesi Geneviève’e ithaf edilen bir kilise olarak inşa edilmişse de, Fransız Devrimi sonrasında kilise fonksiyonunu kaybetmiş, önemli Fransız entelektüellerinin gömüldüğü bir anıt mezar halini almıştır. Roma’daki Pantheon’dan esinlenilmiş sütunlu ön yüzü ile, neoklasik mimarinin en erken örneklerindendir. Paris’in 5. arrondissement ‘ındaki Sainte-Geneviève tepesi (Montagne Sainte-Genèvieve) üzerinde bulunduğundan, tüm şehre hakim bir manzarası vardır. Temeli Kral XV. Louis’nin emriyle 1758’de atılmış olsa da, finansal güçlükler sebebiyle inşaatı 1789’a kadar bitirilememiştir. Fransız Devrimi sonrasında başa gelen hükümet, Panthéon’un kilise olarak kullanılmasına izin vermemiş, yapıyı Fransız entelektüellerinin gömüleceği bir anıt mezara dönüştürmüştür. O zamandan beri Panthéon iki kez kiliseye dönüştürülmüş, ama sonrasında yeniden anıt mezar fonksiyonuna geri dönmüştür.
Fizikçi Léon Foucault, 1851’de bu yapının kubbesinden aşağıya sarkıttığı 67 metrelik bir Foucault sarkacı ile Dünya’nın kendi çevresinde döndüğünü ispatlamış, bu deneyiyle Fransa ve tüm dünyada büyük ilgi uyandırmıştır.
19. yüzyılın ortalarında, dinci fanatiklerin Voltaire’in naaşını Panthéon’dan çalıp bir çöp yığınına attıklarına dair bir söylenti ortaya çıkmış, 1897’de Voltaire’in tabutunun açılmasıyla söylentilerin doğru olmadığı anlaşılmıştır.
PARLAMENTO BİNASI KANBERRA
Avustralya Parlamentosu’nun toplandığı yapıdır. Avustralya’nın başkenti olan Kanberra’da yer almaktadır. 9 Mayıs 1988 tarihinde Kraliçe Elizabeth II tarafından resmen açılmıştır.[1] Maliyeti 1.1 milyar doları aşan bu yapı döneminde Güney Yarımküre’deki en pahalı inşaat ünvanını almıştı. 1988 öncesinde ise Avustralya Parlamentosu, Eski Parlamento Binası olarak da anılan, Geçici Parlamento Binası’nda çalışmalarını sürdürdü. Bu yapı günümüzde müze olarak kullanılmaktadır. 1901 yılında dönemin altı Büyük Britanya kolonisi Avustralya Eyaleti’ni (İngilizce: Commonwealth of Australia) oluşturmak için bir araya geldi. Ülkedeki en büyük iki şehir olan Melbourne ve Sydney, aynı zamanda birbirlerinin rakibi de oldukları için, başkent olamadılar. Bu sebepten dolayı kabul edilen Avustralya Anayasası’na şu şekilde bir madde eklendi:
Commonwealth Yönetimi’nin başkenti Parlamento tarafından, ülke sınırları içindeki bir bölgeden olması şartı ile belirlenmelidir. Belirlenecek bu bölgenin Commonwealth’a ait olmalı, New South Wales eyaletinin sınırları içinde olmalı ve Sydney’e 100 milden daha uzak olmamalıdır.
Belirlenecek bu bölgedeki arazi en az yüzbin mil kare olmalı ve Kraliyet bölgesi olacağı için Commonwealth yönetimine hiçbir bedel talep edilmeksinizin verilmelidir. Bu bölge seçilene kadar Parlamento, Melbourne’da toplanmalıdır.
Uzun süren tartışmaların sonucunda Parlamento, 1909 yılında, yeni başkentin New South Wales eyaletinin güney kısmında kurulmasına karar verdi (şimdiki Kanberra). Arazinin kontrol devlet kontrolüne 1911 yılında geçmesine rağmen, I. Dünya Savaşı nedeniyle bu husustaki çalışmalar ertelendi. Federal Parlamento 1927 yılına kadar Melbourne’da kaldı. Bu süre içinde Avustralya Parlamentosu, 26 yıl boyunca, eyalete ait Parlamento Binası’nda çalışmalarını yürütürken Victoria Eyalet Parlamentosu da yakındaki Kraliyet Hizmet Binası’nda toplanmıştır. Victoria Eyalet Parlamentosu 1926 yılında Avustralya Parlamentosu Kanberra’ya taşındıktan sonra Eyalet Parlamento Binası’na geri dönmüştür
PETRONAS KULELERİ
Malezya’da Petronas petrol holdingine ait ikiz kuleler. Toplam 452 m yükseklikle başkent Kuala Lumpur ‘da gökyüzüne yükselirler. 1996 yılından, 2003 yılındaki Taipei 101 binasının inşasına kadar, birçok gökdelen listelemesinde, Dünya’nın en yüksek yapısı olarak kabul ediliyordu. Ancak en yüksek katı 378 m, çatısı 403 m olan bina için bu sınıflandırma çok tartışmalıdır. Zira bu her iki noktada da Sears Kulesi (412 m ve 442 m) daha uzun olduğu gibi, anten dâhil toplam yüksekliği ise 527 m’dir.
170.m yükseklikte 41 ve 42.ci katlar arasındaki çelik köprü ile kuleler birbirine bağlıdır. Köprü 2000 yılında kullanıma açılmıştır. Uzunluğu 58 m olan bu köprü 750 ton ağırlığındadır. Köprünün ziyareti için ücretsiz verilen 1700 bilet o günün sabahı 8.30’da dağıtılır ve genelde 2 saat içinde hepsi tükenir. Kulelerin en uç çatısı ziyarete açık değildir.
Kuleler, birçok alış veriş merkezi, doğal bilimler müzesi “Petrosains” , bir senfoni orkestrası, bir sanat galerisi ve birçok büro için alan sağlamaktadır.
Kulelerden her biri 76 asansöre sahip olup, bunların 29 tanesi her seferinde 26 kişi taşıyan çift katlı asansörlerdir.İnşaat için 37.000 Ton çelik kullanılan yapıda 32.000 de pencere vardır.
Mimari tasarımı “César Pelli & Associates Architects” mimarlık bürosu yapmıştır. Büro bu işinde , daha önce yaptıkları kule projelerindeki tecrübelerini kullanmıştır. Mesela bunlardan biri, inşası gerçekleşmeyen Chicago’da ki “Miglin-Beitler Skyneedle” projesidir. Her iki kule de eşit karakeristik özellikler gösterir. Mimar César Antonio Pelli, çelik, beton ve camdan islami mimariyi temel alan bir yapı meydana getirmiştir.
Petronas kuleleri öncelikli olarak iş binası olarak tasarlanmış olup , geleneksel ikiz konseptiyle , New York’daki Dünya Ticaret Merkezi’ne (World Trade Center) benzetilebilir.
Kuleleri en güzel gören manzara, 421 m yükseklikteki Menara Kuala Lumpur’dendir (Manera Kuala Lumpur TV kulesi).Menara KL, bir tepenin üzerinde bulunduğundan, Petronas Kuleleri’nin de üstünden yükselir. Böylelikle buradan 2 devasa kuleye yukardan bir bakış sağlanır ki bu manzara geceleyin daha da etkileyicidir.
SIDNEY OPERA EVİ
(Sydney Opera House) Sidney’in sembolü ve 20.Yüzyıl’ın en ünlü yapılarından biri. Danimarkalı ünlü mimar Jørn Utzon bu eseriyle 2003 Pritzker Mimarlık Ödülünü kazanmıştır.UNESCO dünya kültür mirasına eklenmiştir. Opera binası 5 tiyatro salonunu içerir. Bunlar, 2679 koltuklu Concert Hall (Konser salonu), 1547 koltuklu Opera Theatre (Opera tiyatrosu), 544 koltuklu Drama Theatre, 398 koltuklu Playhouse ve 364 koltuklu Studio Theatre ‘dır. Yapının toplam 1000 odası vardır. Bunlar içinde 5 tane prova stüdyosu, 60 tane soyunma odası, 4 lokanta, 6 bar ve çok sayıda hatıra dükkânı vardır. 25.000 kişilik bir şehirin ihtiyacını karşılayacak kadar elektrik kapasitesine sahiptir ve elektrik kablolarının uzunluğu 645 km dir.
TELSTRA KULESİ
Avustralya’nın başkenti Canberra’da bir yayın kulesi ve şehrin en ünlü sembollerinden biridir. Black Mountain üzerinde bulunan 195 m yüksekliğindeki kule, telekomünikasyon şirketi Telstra’nın adını almış ve 1980 yılınmda inşası tamamlanmıştır.
TOWER BRIDGE
İngiltere’nin Londra şehrinde Thames Nehri üzerinde yer alan bir köprüdür.Londra Kulesine yakın olduğu için “Kule Köprüsü” olarak adlandırılmıştır. 1894’te kullanıma açılan köprü, Baskül köprü türü köprülerin en ünlülerinden biridir. Köprü yüksek seviyeden iki yatay yürüyüş yolu ve aşağıdan bir araba yoluyla birbirine bağlanmış iki kuleden oluşur.
Londra’nın doğusunda gelişen ticaret nedeniyle 1870’lerde bir köprünün inşasına gerek duyuldu. 1870 yılında sualtından geçen tüp yapılmıştı ama sadece yaya trafiğine açıktı ve yetersiz kalmaktaydı. Diğer yandan, o bölgede klasik bir köprü inşaası da mümkün değildi. Çünkü klasik bir köprü, Londra Köprüsü ile Londra Kulesi arasında limana erişimi engellerdi.1876 yılında açılan köprü proje yarışmasının sonucunda, Horace Jones’un köprü projesi kabul edildi (1884).
Köprünün inşası 1886 yılında başlayıp 8 yıl sürdü. Köprü, nehrin iki yakasındaki iskelelere birer köprü inşa edilmesini, köprülerin arasındaki yolun iki kanat halinde 83° açı ile açılarak nehir trafiğine izin vermesini öngörüyordu. O dönemde köprü kanatlarının açılması hidrolik bir düzenekle sağlanmaktaydı. Bugün, hidrolik sistemin yerine elektrikli bir sistem kullanılmaktadır.
VITTORIO EMANUELLA II ABİDESİ veya ALTARE DELLA PATRIA (Ulusun Mihrabı)
İtalya`nın başkenti Roma`da bulunan ünlü yapı. Venedik Meydanı ve Capitoline Tepesi arasında yer alır. Abide 1985 – 1911 yılları arasında Giuseppe Sacconi tarafından Birleşmiş İtalya Krallığı`nın ilk kralı Vittorio Emanuele II`i onurlandırmak için yapılmıştır.
Abide beyaz, saf mermerden yapılmış olup görkemli merdivenlere ve heykellere sahiptir: Uzun corinthian sütunları, at üstündeki Vittorio Emanuele heykeli, sağ ve sol üst köşelerde yer alan tanrıça Victoria`nın üstünde olduğu dört at heykeli. Abide aynı zamanda I. Dünya Savaşı sonrasında inşa edilen Meçhul Asker Mezarlığı`nı da içermektedir. Yapının girişi de Birleşmiş İtalya müzesine ev sahipliği yapmaktadır.
WASHINGTON ANITI
Dünyanın en yüksek dikilitaşıdır (169,294 m uzunluğunda). Vaşington, DC, ABD’de bulunmaktadır, şehrin en önemli sembollerinden birisidir. Ülkenin kurucusu George Washington anısına yaptırılmıştır.
Anıt, 1840’larda Robert Mills adlı bir mimar tarafından bir Mısır obeliskine benzer şekilde tasarlandı, yapımına 1848 yılında başlandı; 6 sene sonra yapımına uzun bir ara verilince tamamlanması 1885 yılını buldu ve resmi açılışı 9 Ekim 1889 günü gerçekleşti.
Mermerden yapılmış dikilitaş, tamamlandığında dünyanın en yüksek yapısı idi. Bu ünvanı Köln Katedrali’nden aldı ve 1889’da Eyfel Kulesi inşaa edilinceye kadar taşıdı.
ÖZGÜRLÜK HEYKELİ
ABD’nin New York şehrindeki Liberty (Özgürlük) adası üzerinde, inşa edildiği 1886 yılından bu yana Amerika’nın simgesi olan anıtsal heykel ve gözlem kulesi. Dünyanın en tanınan abidelerinden biridir.
Bakırdan yapılan Özgürlük Heykeli, Fransa tarafından kuruluşunun 100. yılı nedeniyle ABD’ye hediye edilmiştir,1884-1886 yılları arasında inşa edilmiştir.ABD’nin New York şehrindeki Özgürlük Adası’nda yer alır.
Heykel, sağ elinde bir meşale, sol elinde ise bir tablet tutar. Tabletin üstünde 4 Temmuz 1776 tarihi (Bağımsızlık Bildirgesi’nin tarihi) yazılıdır. Heykelin başındaki taç’ın 7 sivri ucu 7 kıtayı veya 7 denizi simgeler. Heykelin yüksekliği 46 m, kaidesi ile beraber 93 m’dir. Ziyaretciler heykelin içinden meşaleye kadar 168 basamaklı bir merdivenden çıkabilirler. Heykelin meşale tutan sağ elinin yüksekliği 13 metredir. Meşalenin etrafındaki dehlizde 15 kişi bir arada dolaşabilir. Heykelin başının genişliği 2 metre, yüksekliği ise tacı ile birlikte 5 metredir.
93 metre yüksekliğindeki Özgürlük Anıtı ilk olarak 1860’lerde, ilk olarak Osmanlı İmparatorluğu yönetimindeki Mısır’ın Hıdiv’i Said Paşa’nın Süveyş Kanalı inşası için imzaladığı antlaşmanın gereği olarak Suveyş Kanalı’ndaki Port Said Limanı’nın girişine konulmak üzere planlanmıştır. Ancak dönemin Osmanlı Sultanı Abdülaziz tarafından peşinatı ödendiği halde dikilen heykelden ötürü yerel huzursuzluk çıkacağı endişesiyle, Kavalalı soyundan Hidiv İsmail Paşa planlanan yere inşasını istememiştir.
Fransız bir heykeltraş olan Frederic Auguste Bartholdi’ye ısmarlanan bu heykel, bakır ve çelikten yapılarak tamamlanmış, fakat daha sonra Mısır’a dikilmesinden vazgeçilmesiyle Paris’te bir depoya kaldırılmıştır. Tasarlanan bu ilk heykel Kızıldeniz ile Akdeniz’in birleştiği yere koyulacak firavunlar zamanının giysilerine bürünmüş bir kadın şeklindeymiş ve elinde ‘Asya’nın ışığının Mısır’dan geldiğini’ sembolize eden bir meşale tutuyormuş. Bu olaydan 20 yıl sonra 1885’te Fransa hükümeti A.B.D ile olan iyi ilişkilerinin bir göstergesi olarak büyük bir heykel yaptırmak istediğinde yine aynı heykeltraşın kapısı çalınmış. Hazır durumda olan heykel depodan çıkarılmış, heykeltraş Bartholdi ve Gustave Eiffel (Eyfel kulesinin mühendisi) birlikte çalışarak bazı değişikliklerle heykeli yenilemişler ve New York sahilinde Liberty Adasına yerleştirilmiş.
Özgürlük Heykeli, ziyaretçilere açıktır. Ziyaret etmek isteyenler adaya bir feribotla ulaşırlar, merdivenleri tırmanarak meşaleye çıkabilir ve New York limanını seyredebilirler.
Heykele Singer dikiş makinelerinin kurucusu Isaac Singer’in dul eşi Isabelle Eugenie Boyer modellik etmiştir. Özgürlük Heykeli 1884 yılında Fransa’da tamamlandıktan 1 yıl sonra 350 parçaya bölünüp 214 sandık içinde New York limanına ulaştırılmıştır. Parçalar, 4 ay içinde kaidenin üzerinde yeniden birleştirilmiş ve 28 Ekim 1886 tarihinde binlerce izleyicinin önünde açılışı gerçekleşmiştir.
Özgürlük Heykeli, 1984’ten beri UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer almaktadır.
Heykelin daha küçük boyutlarda bir kopyası Paris’tedir ve Atlas Okyanusu’na doğru bakar. Dünyanın başka çeşitli yerlerinde de (Osaka, Priştine, Pekin, Nevada, Güney Dakota, Bordeaux, Poitiers gibi) küçük kopyaları bulunmaktadır.
İZMİR SAAT KULESİ
İzmir’in Konak ilçesinde , aynı isimli meydanda bulunan tarihi eser. II. Abdülhamit’in (hükümdarlığı:1876-1909) tahta çıkışının 25. yılı için 1901’de Sadrazam Mehmet Said Paşa tarafından Alman Konsolosluk binasını yapan mimara yaptırılan kule 25 metre boyunda olup, dairesel esas etrafında dört çeşmesi vardır ve kolonlar Kuzey Afrika temasını esinlendirir. Kulenin saati Alman İmparatoru II. Wilhelm’in (hükümdarlığı:1888-1918) hediyesidir. Kulenin en büyük özelliği yapım tarihinden bugüne kadar saatinin hiç durmamış olmasıdır. Bu saatin kurulma nedeni eskiden saatlerin pahalı olmasıdır.
BRANDENBURG KAPISI
(Almanca:Brandenburger Tor) Almanya’nın Berlin şehrinin ana sembollerinden biridir. Hemen kuzeyinde Reichstag bulunur. Soğuk savaş boyunca, Reichstag Batı Berlin’de, Brandenburger Kapısı Doğu Berlin’de bulunmuştur. Kapı 1788-1791 yılları arasında yapılmıştır. Brandenburg Kapısı on iki sütuna, altı giriş kapısına ve altı çıkış kapısına sahiptir. Sütunlar, toplam beş yol oluşturur, vatandaşların sadece dıştaki iki kapıyı kullanma hakları vardı. Ortadaki yol ise kraliyete ve önemli trafik geçişlerine ayrılmıştı. Kapının en üstünde Quadriga vardır.
1806’den sonra, Napoleon, Jena-Auerstedt Savaşı’nda Prusyayı yenince Quadriga’yı yerinden söktürdü ve Paris’e götürdü. 1814 yılında Prusyalı General Ernst von Pfuel Napolyon’u yenip Paris’i ele geçirince Quadriga’yı geri aldı ve Berlin’e geri getirdi; Quadriga’daki zeytin dalı, Demir Haç ile değiştirildi.
Naziler iktidara gelince, kapıyı sembol olarak kullanmaya başladılar. II. Dünya Savaşı boyunca kapı tahrip oldu ama tamamen yıkılmadı. Doğu ve Batı Berlin hükümetleri kapıyı restore ettiler fakat kapı 1961’e, Berlin Duvarı yapılana kadar açılmadı.
1963 yılında, ABD başkanı John F. Kennedy Brandenburg Kapısı’nı ziyaret etti. 1980’de Batı Berlin berlediye başkanı Richard von Weizsäcker şöyle demişti: Brandenburg Kapısı kapalı durdukça, Almanların meselesi kalacaktır. Von Weizsäcker daha sonra birleşme sırasında Almanya devlet başkanı oldu. Kapı daha sonraları birleşmiş özgür Berlin’in sembolü oldu ve 22 Aralık 1989’de, Helmut Kohl Batı Almanya Şansölyesi’yken yeniden açıldı.
ASTRONOMİK SAAT -PRAG
Prag’ta, Eski Şehir Meydanı’nda, yani şehrin tam kalbindedir Saat Kulesi. Bu meydan bir çok kişiyi geçmişin izlerinde bir yolculuğa çıkarır.
İşte bu meydandaki meşhur saati, 15.yy sonlarında Charles Üniversitesi’nde profesör olan Hunuş Usta yapmıştır. Amacı, Kutna Hora şehrindeki Kemikli Kilise’de olduğu gibi insanlara bir mesaj vermektir. “Herkes bir gün geldiği yere geri dönecek yani elbet bir gün toprakla özleşip ölecek!”
Saati yapar yapmaz dünyanın en önemli adamı haline gelir. Kral’dan daha fazla adı duyulmaya başlar çünkü, Avrupa’nın her yerinden insanlar Prag’a sadece ve sadece saati görmeye gelir. Zamanla Hunuş Usta’ya başka ülkelerden de teklifler gelir, fakat Hunuş usta bu teklifleri reddeder. Zamanla bu teklifler Kral’ın kulağına kadar gider ve Kral, Hunuş Usta’nın saati başka bir yere de yapmasını önlemek için onun gözlerine mil çektirir. Kör olan Hunuş Usta da kendini saatin mekanizmasına bırakarak intihar eder. Asıl amacı saati bozmaktır, saati bozarak intikamını alır. Saati 50 yıl kadar çalıştıramazlar, daha sonra başka bir saat ustası onarır.
Hunuş Usta’nın saati, Güneş’in, Dünya’nın ve Ay’ın konumlarını gösteren astronomik bir saattir. Saatin dış tarafındaki rakamlar İbranice’dir. Bu Babil saatini göstermektedir. Hunuş Usta, (saati Eski Şehir Meydanı’na yaptığından, meydanın bir paraleli de Yahudi mahallesi olduğundan) Yahudilerin nüfusunun fazla olduğu bir bölgede onları ezmemiş, onlara da bir jest yapmış ve Babil saatini de kendi saatine eklemiştir.Kaynakwh webhatti.com:
Saatin etrafında 4 tane kukla vardır. Bu kuklalar insanlara neleri yapmamaları gerektiğini anlatır. Soldan en baştaki, elindeki aynayla kendine bakar; “kendini beğenmişliği” sembolize eder. Onun yanındaki kukla, elinde altın torbası olan bir Yahudi’dir; “cimriliği” sembolize eder. Bir yandaki kukla ise iskelettir; “yaşama karşı isteksizliği” anlatır. Sonuncu kukla, elinde mandoline benzer bir müzik aleti bulunan ve Türk’e benzetilen adam da; “gece hayatına ve sefahate düşkünlüğü” anlatır. Kısacası bu kuklalar, kendini beğenmiş, cimri, yaşama karşı isteksiz ve sefahate düşkün olmayın der.
Saatin altında da insanlara yapmaları gerekenleri anlatan 4 kukla vardır. Bu kuklalar da, bilime, adalete, astronomiye ve eğitime önem verme konusunda bizleri uyarır.
Her saat başı, İsa’nın 12 havarisi de pencerenin önünden geçerek ufak bir gösteri yapar. Horozun ötmesiyle gösteri biter.
Yivliminare? Saat Kulesi? Üçkapılar? Elimizdekilerle geçinememek ne kötü.