“Ben Bir Hikaye Tasarımcısıyım”
|Seher Özen Karadeniz / fullantalya
Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Sibel Özdoğan, tıp fakültesinden mezun olduktan 21 yıl sonra Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik bölümünden de mezun oldu. Tıbbın aslında bir sanat olduğunu belirten Özdoğan, sonrasında uzmanlık alanı ile seramik çalışmalarını beraber yürütmeye başladı. Yıllarca üzerinde çalıştığı, tedavi ettiği, insan bedeninin gelişiminin en temel öğesi olan ‘omurga’yı ve omurları stilize ederek seramik objelere dönüştürdü.
Dr. Özdoğan, “Omurlar benim fizik tedavi uzmanı olarak mesleğimin en önemli parçası. Çünkü muayeneye gelen hastalarımızın en büyük problemleri omurlarından başlıyor. İnsan bedeninin gelişiminin en temel öğesi olduğu için seramik çalışmalarımın da değişmez objesi oldular” dedi.
Yeni yılın ilk günlerinde Dr. Sibel Özdoğan’ı, atölyesinde ziyaret ettim. Son günlerde daha çok seramik çalışmalarına ağırlık veren Sibel Hocamın yeni yıldaki projeleri hakkında bilgi almanın yanında, yeni çalışmalarını ve çeşitli sergilerde sanatseverlerle buluşan eserlerini de görme imkanını buldum.
- Sibel Hocam kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanıyım. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezunum, 1999 yılında Akdeniz Üniversitesi’nde fiziksel tıp ve rehabilitasyon uzmanlığımı tamamladım. Ardından Antalya Devlet Hastanesi ve Araştırma Hastanesinde çalıştım. O yıllarda Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Seramik Bölümü’nün sınavını kazandıktan sonra özel sektörde yarı zamanlı çalışmaya başladım. Bir yandan da üniversite eğitimimi sürdürdüm. O zamandan beri seramik sanatıyla uğraşıyorum. Ne o beni bıraktı ne de ben onu bırakmak istedim.
Bu süreçte önce “buselique” markasının altında üretimlerimi sürdürdüm. Şimdi “İbibikArt” isimli sosyal medya platformumda sanat ve sağlığa dair tasarımlarımı paylaşıyorum.
- Uzun yıllar alanınızda uzman hekim olarak çalıştıktan sonra seramik okumaya nasıl kara verdiniz? Hep aklınızın bir köşesinde var mıydı?
Üniversite tercih dönemimde “bir de böyle bir sanat dalı varmış, bunu tercih edebilirsin” diyecek bir çevrem yoktu. O yıllarda “tıp” ilk tercih edilebilecek bölümler arasındaydı ve ben de tercih ettim. Ancak sonrasında fiziksel tıp ve rehabilitasyonun benim ilk karşılaşmam gereken bölümlerden olmadığını fark ettim. Sanatla, seramik sanatıyla daha önce tanışsaydım, fiziksel tıp ve rehabilitasyon alanı benim için bambaşka yerlere evrilip, tıbbi cihaz geliştirmeye doğru gidebilecek bir süreç olurdu. Biraz tersinden işleyen bir süreç oldu. Araştırma Hastanesi’nde yoğun hasta baktığım bir dönemde, bir kaçış noktası ararken, Akdeniz Üniversitesi’nde Onkoloji bölümünde görev yapan eşim – Mustafa Özdoğan – bölümde bir Sanat Merkezi tasarlamayı düşündü. Kendisi de iyi bir mobilya ustası olduğu ve tasarımı sevdiği için sınavlara gidip mimarlık okumaya karar verdi. Sonrasında sınava birlikte girmeye karar verdik. Güzel Sanatlar Seramik bölümünü kazandım. Ve böyle bir sanat yolu açıldı. Ancak daha öncesinde de ahşap boyama kurslarına gittim. Yine bana hediye edilen objelerin üzerinde kendime göre değişiklikler yapmayı severdim. Kardeşim de biz küçükken oyun oynadığımızda sık sık çömlek yaptığımı söyledi. Ben hatırlamıyorum.
Tıp ve sanatın birbirinin içinde olduğuna inanıyorum
- İki işi aynı anda yürütmek zor gelmedi mi? Yoksa seramik sizi rehabilite ettiği için daha mı kolay oluyor?
Açıkçası seramik tarafı beni rehabilite ettiğinden yoğunluğun ve yorgunluğun kaçış tarafı gibi geliyor. Bir süre tıbba ara verdim ve uzunca bir süre seramiğe ağırlık verdim. Bu süreçte bir şeyi keşfettim: Gerçekten ara vermediğimi. İnsanlar bana doğru yürürken, uzaklaşırken, ayaktayken, karşımda otururken, uyurlarken onları gözlemsel olarak muayene etmekten kendimi alamadığımı fark ettim. Hatta bazen yanlarına gidip; “sizin sağ tarafınızda bir sorun mu var?” deme cesaretini de gösterdiğim olmuştur.
Tıp ve sanatın birbirinin içinde olduğuna inanıyorum. Seramikle tanıştıktan sonra sanatla doktorluk mesleğimi bütünleştirebileceğimi fark ettim. Aslında tıp bir sanat. Tıpta mitolojiden de çok fazla öğe var. Örneğin Aşil tendiniti denen bir rahatsızlık var. Hastalık adını, Truva Savaşları’nda adı geçen kahraman savaşçı Aşil’den almaktadır. Sanatın, tıbbın içinde olduğunu fark etmem, her iki mesleğimi pekiştirdi, ortak bir noktada buluşturdu.
Seramikten yaptığım omurları değişik objelerin üstüne monte ediyorum. Omurlara dikkatle ve değişik açıdan bakıldığında ana tanrıça, çift başlı bir geyik ve bir köpeği andırıyor. Öyle ki ‘İskoç köpeği’ adı verilen bir bulgunun, omurların röntgen filminde bu görüntüyü andırmasından dolayı verildiğini biliyoruz.
Öte yandan seramik bitirdiğinizde bile yaşayan bir sanattır. Pişirme esnasında ocaktan kulağınıza bir şeyler fısıldar. Yeni yaptığımız işlerimizin içinde bile pişmiş toprağın devamlılığı vardır. İnsanın postürüyle çok ilgilendiğim için, pişmiş objenin omurgasının sağlamlığını, insanın omurgasındaki dizaynla uyumlu hale getirme çabasına dönüşür bende. Dolayısıyla çalışmalarım da mesleğimle sürekli bir etkileşim halinde.
- Atölye açma sürecinizden de söz eder misiniz?
Seramik bölümüne başladığımda, başlarda işlerimi okul-ev arasında götürüp getiriyordum. Bir yerden sonra zor olmaya başladı. Atölyemi açmayı hızlandırmam ise Zehra Çobanlı Hocamın önerdiği bir iş planı çerçevesinde gerçekleşti. Kendisinin uluslararası bir seramik konferansında “Türk kahvesi fincanları” üzerine yaptığı çalışmadan çok etkilenmiştim. Sonrasında Zehra Hocanın ricasıyla Mehmet Efendi Kahveleri, konferansa gelen sanatçılara Türk Kahvesi sunumu gerçekleştirdi. Sunumda kahveyi karton fincanlarda ikram ettiler. Kadim bir kahve kültürümüz ve buna eşlik eden bir sunum kültürümüz varken bu şekilde sunum yapılmasına çok üzülmüştüm. Bu fincanların kendi hikayelerimizi anlatan fincanlar olmasını istedim. Anadolu’nun hikayelerini fincanlara işlemek fikri doğdu. “buselique” markası altında üretimler yaptım. Çok büyük bir maceraydı. Ara ara bazı şeyleri öğrenmek için Kütahya’ya gidip geldim. Benim için bir öğrenme süreciydi. Sonrasında da Kütahya Porselen’in ürettiği fincanların üzerine kendi desenlerimi uyguladım. buselique’in hikayelerini yazdım, yazdığım hikayelerin tasarımları yapıldı. Tasarımlar yaptım onlara hikayeler yazdım. Ben bir hikaye tasarımcısıyım diyebilirim.

- Son yıllara seramik çalışmalarınıza ağırlık verdiğinizi görüyorum. Geçtiğimiz yıl birkaç karma sergiye katıldınız. Bu yılın açılışını da geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirilen Antalya 2. Çağdaş Sanat Fuarıyla yaptınız. Nasıl tanımlarsınız bu süreci; çıraklık kalfalık bitti de ustalık döneminiz diyebilir miyiz?
Arkadaşlarım bir süredir benden workshop yapmamı istiyorlar. Ben de daha önce workshop yapmaya çok hevesliydim. Bir şeyin workshopunu yapmak benim için “hadi gelin hep beraber bir kap boyayalım demekten ziyade bir konuyu bir konsepti seçip, onun etrafında bir dünya kurarak ilerlemeyi içeriyor. Mesela “üzüm” çalışmaya karar vermiş olalım; üzümün tarihçesi, mitolojisi, Antalya’da üzümün yeri, ticareti, üretim süreçlerinde kullanılan malzemeleri gibi her şeyiyle birlikte konuşulup sonrasında buradan çıkacak fikirlerle insanların kendilerinin ne yapmak istediklerini belirledikleri bir çalışma yapmayı hayal ettim. Ancak henüz tam olarak olgunlaştırmadım, olgunlaşmaya ihtiyacı var.
Geçtiğimiz aylarda Antalya’da bir sanat çalıştayı gerçekleştirildi. Bu çalıştayda yan yana geldiğim hocalarıma korkularımdan, başarısızlıklarımdan, cesaretsizliklerimden söz ettim. Niçin cesaret edemediğimi, nerede sorun olduğunu keşfetmeme çok yardımcı oldular. Sanırım kendimi her yaptığım işte çırak olarak görüyorum. Ne zaman ki kalfa gibi hissederim, ilk workshopu yapabilirim.
“omurga”nın parçalarını bir araya getirdiğim bir sergi planım var
- Bu yıl nasıl bir planınız var? Daha çok seramik çalışmalarınıza vakit ayıracağınızı söyleyebilir miyiz?
Evet, yakınlarda belki bir kişisel sergim olacak. Hikayesini yaklaşık on yıl önce yazdığım, tasarımların bir kısmını hazırladığım fakat on yıldır sergisini yapamadığım, bir kısmı atölyemin içindeki çekmecelerimde, bir kısmı masanın üzerinde bir o kadarı da beynimin içinde olan “omurga”nın parçalarını bir araya getirdiğim bir sergi planım var. Bu kadar zaman almasının nedeni ise denediklerimi yeterli bulmayıp yeni denemeler yapıyorum, bir yandan da elimin hızı beynimin hızına yetişemiyor.

- Seramik işlerinizin, uzun yıllar icra ettiğiniz Fiziksel Tıp ve rehabilitasyon uzmanlık alanınızdan izler taşıdığını görüyoruz. Bu sizin özel tercihiniz mi, bundan sonraki çalışmalarınızda da iki ilgi alanınızın ortaklığını sürdürecek misiniz?
Bana özel bir tercih oldu. Canlı, omurgası başta olmak üzere organlarının bütün o mikroskobik görüntüleri ile o kadar mucizelerle dolu ki canlının o mucize kesitlerinin her birisi insana ilham veriyor. Ve bunu yakinen bilen birisi olduğunuzda etkilenmek çok daha kolay oluyor.
Üzerinde çalıştığım işler “Bone China Seri Sonu Ürünleri” isimli bir sergi olacak. Biliyorsunuz bu tür porselenler hayvan kemiklerinin tozunun, yüksek ısıda kaynatılarak kile katılması ile elde edilen ince şeffaf porselen hamurundan üretiliyor. Yüksek kalite porselen markaları bu yöntemle üretim yapıyor. Her ne kadar pişmiş olsa da içinden yemek yiyoruz. Acaba vejetaryenler bu konuda ne düşünüyor? Merak ediyorum. Bir kongrede yediğim yemekten sonra çıkan kemikleri çantamda saklamıştım, bone china porselenlere dikkat çekmek için bu sergide onları da kendi tasarladığım formların yanında sergilemeyi düşünüyorum.

“canı yüceltmek, ruhu yüceltmek”
- Eserlerinizle daha çok karma sergilerde karşılaşıyoruz. Önümüzdeki süreçte kişisel sergi açmayı planlıyor musunuz?
Doğrusunu isterseniz uzun zamandır kişisel sergi açmayı planlıyorum. Ancak henüz kesinleşmiş bir tarihi yok. Ancak teması epeydir belli: “canı yüceltmek, ruhu yüceltmek.”
- Kadın sanatçıların sanat yolculuğu ile erkek sanatçıların sanat yolculuğu arasında fark var mı sizce?
Günümüzde kadın ve erkek sanatçılar arasında bence fark yok. Yetenekli ve becerikliler kendilerini ifade edebiliyorlar. Ancak alıcısına ulaşmak konusunda erkek sanatçıların ulaşma yolları çok daha kolay. Kadınların geçmişte yaptıkları, ürettikleri işleri ortaya koyabilmeleri çok mümkün olmamış. Şu anda sanat dünyasında özgürce ben varımı ifade edebiliyoruz. Kadınlar, görünür olabilmek için pozitif ayrımcılığa ihtiyaç duymuyorlar. İyi ki bu alanda duymuyorlar. Tıp için aynı şeyi diyemem. Ama sanat için pozitif ayrımcılığa gerek yok.
- İstanbul’da sergi açmak gibi bir hayaliniz var mı?
Evet İstanbul’la ilgili bir hayalim var. Özellikle sağlıkla ilgili ‘Sanatla ve Sağlıkla: Yüksek Ökçeler” isimli sergi yapmayı ve bunu İstanbul’a taşımayı planlıyorum. Hem tıbbı hem sanatı bir arada değerlendirebileceğim bir sergi olarak düşündüm.
- “Sanatla ve Sağlıkla: Yüksek Ökçeler çalışılmış bitmiş bir işiniz mi, yoksa devam ediyor mu?
Devam eden bir işim ve halen de kendini sürdüren bir iş oldu. Hiçbir şekilde bitiremiyorum. Sürekli yenileri ekleniyor. Yeniler eklendikçe eskilerin üstünü çizmeye başlıyor.

- Çok kısa anlatır mısınız?
Ayakkabının tarihçesini, felsefesini, sağlıkla ilişkisini anlatacağım bir sergiye, bilimsel sunumun eşlik edeceği bir çalışma olacak. Omurgalarla yaptığım çalışma “Canı Yüceltmek” ismiyle açmak istediğim sergimdi halen onun ilk sergi olmasını istiyorum. Her ikisinin de pek çok hazırlığı bitti. Eksik tasarımlarım var. Onları çalışıyorum.
- Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.
Ben de teşekkür ederim.